Oldukça uzun bir bölümle karşınızdayım. Bu bölüm olaylara giriş yapmadan önceki son bölüm. Keyifli okumalar dilerim...
***
Zihnim, ne zaman duymak istemediği bir şeyi duyarsa ya da duyduğu şeyi beğenmeyip duymamış gibi yaparsa, o an duyduğum şey zihnimden silinip giderdi. Belki bunun benim için daha iyi olduğunu düşünürdü ancak tek sorun bunu her durumda yapmasıydı. Benim için iyi olan bir şey için de bu durum geçerli olurdu. Tıpkı şu an olduğu gibi ve tek fark ise duyduğum şeyin benim için iyi mi yoksa kötü mü olduğunu ayırt edemememdi.
Doğru mu duymuştum, yoksa zihnim yine duymak istediklerimi önüme koyup bana oyun mu oynuyordu? Bilmiyordum. Bu durumda, elimde olsa tercih edeceğim seçeneğin birinci seçenek olmasını isterdim ve böylelikle kafamın içinde vermiş olduğum savaş da sona ererdi. İkinci seçeneğin olmuş olma ihtimaline karşı yapabileceğim tek şey ise,
"N-ne?" diye sorup salağa yatmak olurdu. Aslında her zaman, ister istemez bu yola başvururdum. Böylelikle soru tekrar sorulduğunda sen de duyduğun şeyden emin olurdun.
Peki, emin olmak için beklediğin soruyu duymak istediğine emin miydin? Orası tartışılırdı.
Gözlerinde görmüş olduğum o alaycı ve aynı zamanda hoşnutluk ifadesi ise birazdan ağzından tekrar duyacak olduğum cümlenin başta doğru duyduğumun habercisiydi.
"Kafede diyorum, beni gözetlemekten pek fırsat bulamadın herhalde çalışmaya." Eli hala koluma yapışmış vaziyette, gözleri ise cevabı gözlerimde ararcasına derinliklerdeydi. Bakıyordu, bekliyordu fakat bir cevap alamıyordu. Çünkü düşünüyordum. Gerçeği söyleyip bana yalanlar sıralamasını mı dinleseydim yoksa yalan söyleyip en azından yalanlarını duymamayı ve zihnimde dolaşan görüntüleri unutmayı mı? Ne yapmalıydım?
"Ne kafesi, ne gözetlemesi? Rüyanda mı gördün, ne saçmalıyorsun yine?" deyiverdim. Cümleler ağzımdan öylece dökülüverdi. Yine en kolay yolu seçerek yalan söylemiştim. Tabii, inanır mıydı orası muammaydı ve onu da birazdan anlayacaktık.
Yüzünde yine o sinir bozucu sırıtışı yer aldığında yemediğini anlamam uzun sürmemişti fakat bozuntuya da vermek istemiyordum.
"Yalan söylemeyi de hiç beceremiyorsun, tıpkı sessiz konuşmayı beceremediğin gibi."
Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında bu durumda zorlamanın pek de anlamı olmadığını düşündüm. Duymuş. İçime içime konuştuğum her şeyi duymuş, şerefsiz. Bir de karşıma geçmiş, sanki çok matah bir şeymiş gibi sırıtıp duruyordu. Ama hata sende kızım, az şu sesine hâkim ol. Bir ayarını tuttur şunun değil mi?
Artık iyice daralmaya ve nefes almakta güçlük çekmeye başlamıştım. Fazla yakındı ve gerçekten sıcaktan şuracıkta bayılmama ramak kalmıştı. Kolumu bir hışımla çekerek güçlükle elinden ayırdığımda hızla yörüngesinden çıkarak odanın içine doğru ilerlemeye başladım.
Oh be! Dünya varmış. Böylesi çok daha iyiydi. En azından sağlıklı düşünmem için gereken oksijeni şu anda sarf edebiliyordum. Geriye dönüp ona baktığımda o da çoktan sırtını dönmüş, benden tarafa yönelmişti. Yüzünde sebebini anlayamadığım hınzır bir gülüş vardı.
Nasıl bir katildi bu böyle? Sürekli gülen katil mi olurmuş?
Sanırım işlediği cinayetlerden –bana sadece bir tane olduğunu söylemişti ama inanmıyorum.- psikolojisi bozulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tehlikeli Misafir
AcciónArkadaşını öldüren bir katil, uzun süre polislerden saklanmayı başarır. Fakat bir gün sokağa çıkmak zorunda kalır ve polisler tarafından fark edilir. Bütün gece polislerden kaçan adam, aniden sokakta bir kızla çarpışır ancak kız, bir katille çarpışt...