Bölüm 14- Gizli Saklı

119 23 32
                                    


Yeni ve upuzun bölümle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz.
Oy vermeyi ve satır arası yorumlarda bulunmayı unutmayın!!

***

Hayatta kalbinin korkuyla attığı bazı anlar vardır. O anlar insana öyle kötü hissettirir ki bedeninin dakikalar içinde yaşlandığını hissedersin. Bir haber beklersin, umutla karşındaki insandan çıkacak tek bir kelime beklersin. Korkunu dindirmesine yetecek, içindeki huzursuzluğu yok edecek bir kelime. Duygular birbirine karışmıştır artık, konuşamazsın, nefes bile alamazsın. Sadece beklersin. Sana da bir şey söylesinler, sana da iyi bir haber versinler diye bütün yaşam fonksiyonlarını bir kenara bırakıp beklersin.

Bekledim. Ayaz telefon konuşmasını bitirene kadar diken üstünde bekledim. Mert'e ne yapması gerektiğine dair talimatlar vererek stresli olmasına rağmen onu yönlendirmeye çalışmasını sonuna kadar bekledim. Sonuçta buradaydım. Buradaydık. Hastanede. Mert, otobandan uzaklaşarak kendini bir orman yoluna sokmayı başarmıştı. Orman yolu az da olsa hızını yavaşlattığında durmak için en doğru yeri seçmek için ilerlemiş, hafif açık bir arsaya geldiğinde ise el frenini çekip hızını biraz daha azalttıktan sonra bir ağaca çarpıp durmuştu. Orman yoluna girip el frenini kontrollü bir şekilde çekmesi ona epey yardımcı olmuştu. Yaralanmıştı. Ama ciddi bir şeyi yoktu. Hastane yatağında sağ ayağı sargılı bir şekilde uzanıyordu. Arabanın önü ezildiği için ayağı kırılmıştı. Bunun haricinde birkaç hafif sıyrıkla kazayı atlatmıştı.

Ayaz ayakta dikili bir vaziyette, ben ise yatağın karşısındaki koltukta oturmuş Mert'in hakaretlerini, küfürlerini dinliyorduk. Hiç olmadığı kadar öfkeliydi, ancak bu öfke ne ayağı kırıldığı için ne de yüzünde ve vücudunda oluşan sıyrıklar içindi. Şu an resmen arabasının son durumu yüzünden bunu yapanlara küfür ediyordu. Bu öyle bir durumdu ki bizim korktuğumuz kadar kendi canı için korkmamış gibiydi.

"Gitti..." diye mırıldandı sayıp sövmekten nefesi tükenince, "En sevdiğim arabamdı." Ağlamaklı bir şekilde kurduğu bu cümle sinirlerimi bozmaya yetmişti. Koyun can derdinde kasap et derdinde diyeceğim ama can derdinde olması gerekirken et derdinde olan da o. Koyun ya da kasap diye ayrı kişiliklerde yok, bu durumda onun canının derdinde olan biz mi oluyoruz?

Bir hışımla oturduğum yerden kalktım ve kaşlarımı çatarak Mert'in mızmızlanan yüzüne baktım.

"Kafayı mı yedin sen? Yoksa kazada bir yere falan mı çarptın? Bilmem farkında mısın ama az kalsın ölüyordun! Şu anki halin için şükredeceğine, geçmiş burada arabam diye ağlıyorsun! Gerçekten inanılmazsın!" diye yüksek sesle söylenirken az önceki ifadesinin aksine ciddi bir yüz ifadesiyle dinledi beni. Cevap vermedi. Baktı, baktı... Onun konuşmasını beklerken çoktan koltuğa oturmuştum. Ayaz Mert'ten vazgeçip sakinleştirmek için benim yanıma gelmişti resmen. Kaza yapan oydu ama sakinleşmesi gereken ben. Ayaz alışkın olduğu için tepki bile vermiyordu Mert'e.

"Sonuç olarak ölmedim," diye konuştu sessizliği bozarak, "Ve arabam yoktan yere çöp oldu." Başımı salladım sağa sola doğru yavaşça. Ne desem anlamayacaktı. Derin bir nefes vererek Ayaz'a çevirdim bakışlarımı. Gözlerini yumdu ve yavaşça bacağımı okşadı sadece. Biraz daha böyle konuşmaya devam ederse kendime hâkim olamayacağımı biliyordum, bu yüzden çareyi Ayaz'da arıyordum, beni kolayca sakinleştirebiliyordu.

Kendimi konuşmamak için zor tutarken kapı aralandı ve elinde pansuman aletleri ve bir iğneyle içeriye kadın bir hemşire girdi. Gülümseyerek bize selam verince oturduğum yerden doğrularak tebessümle karşılık verdim ona.

"Bir ağrı kesici iğnemiz var, yaralarınıza da son kez pansuman yapacağım. Ardından isterseniz taburcu işlemlerini başlatabilirsiniz." diyerek Mert'e doğru ilerleyince sinirle gülümseyerek araya girdim.

Tehlikeli MisafirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin