i lost you

417 20 19
                                    

Güzel günlerin ardından gelecek yağmura hazırlıklı olmalısın, derdi babam. Benim günlerim çoktan birbirine karışmıştı. Güneş açıyor, ardından yağmur yağıyordu. Bu döngü halinde devam ediyordu. Ne zaman sona ereceğini merak ediyordum.

Umarım sonu kötü bitmezdi. Kötü sonları sevmezdim.

Kötü sonların insanlara çok şey kattığını söylerler ama ben kendime o şeyleri katmaktan hep kaçınmıştım. Çoğu insan için yapmacık ve saçma bulunsa da ben mutlu sonları seviyordum. Her ne kadar her hikayenin iyi bitmediğini bilsem de.

Mesela başrollerin evlendiği ve sonsuza kadar mutlu yaşadığıyla ilgili biten masalları seviyordum. Elbette sonrası vardı ama masalı burada bitirmek üzülmeme engel oluyordu. Benim için masal mutlu bitiyordu her zaman. Ölümler ve kayıplar yoktu.

Başrollerin öldüğü hikayeleri hiç sevmezdim. Okuduğum kitaplarda ve izlediğim filmlerde ölen başroller çok olmuştu. Geriye kalan ise tarif edilemez bir acı içindeki diğer başroldü. Yalnız kalıp acıya mahkum oluyordu.

Seni sevdim, sevdim ve seni kaybettim.

Sahilde geçirdiğimiz o güzel anlardan sonra eve gelmiştik. Geçirdiğimiz güzel gece üzüntümü biraz da olsa unutturmuştu. Ama aklım hâlâ ailemdeydi.

Gözlerimi araladığımda saate baktım. Henüz sabahın yedisiydi. Aralığın 4'ündeydik. Bu tarihin benim için önemli ve iz bırakacak bir gün olduğuna dair bir his vardı içimde. Ya çok güzel geçecekti ya da çok kötü.

Ailemin yaşıyor olmasını umuyordum. Her ne kadar çok iyi aile bağlarımız olmasa da onlar olmadan yaşayamazdım. Beni üzdükleri kadar güldürdükleri anlar da olmuştu. Bu yüzden onlara minnettardım.

Yataktan kalkıp banyoya yöneldim. Elimi yüzümü yıkayıp kurularken aynaya baktım. Yüzüm biraz solgun gözüküyordu. Son bir hafta iyi mi kötü mü anlayamadığım bir şekilde geçmişti.

Banyodan çıkıp üzerimi değiştirdim. Bu sefer beyaz bol bir kazak altına kot pantolon tercih etmiştim. Üzerine de krem rengi bir kabanı giydim. Saçlarımı da tepeden topladım. Perçemlerimi serbest bırakıp şekillendirdim.

Yatağın üzerine oturup Seul manzarasını incelemeye başladım. Ayağa kalkıp pencereyi açtım ve buz gibi havanın tenime işlemesine izin verdim. Gözlerimi kapatarak rahatlamaya çalıştım. Ama ne kadar denesem de ne kadar çabalasam da olmuyordu. Ailem aklımdan çıkmıyordu. Olmuyordu, yapamıyordum.

O herife güvenmiyordum. Kirli işlerle uğraşıyordu, biliyordum. Sae Bum'la nişanlanmamızı kutlamak için onların evine gittiğimizde yaptığı bir telefon konuşmasına şahit olmuştum. Birilerinin öldürülmesini emretmişti telefonun karşısındaki kişiye. Başından beri o herifin bir şeylerin peşinde olduğunu biliyordum.

Odanın kapısı açıldığında Jimin'in geldiğini düşünmüştüm ama gelenler Jisoo ve Lisa'ydı.

"Rosie?"

Onlara doğru ilerleyip sarıldım. Gözyaşlarıma engel olamadım ve dudaklarımın arasında bir hıçkırık kaçtı.

"Ben ne yapacağım? Ya bir şey olursa onlara? O herife güvenmiyorum."

Jisoo sırtımı sıvazlarken, "Merak etme," dedi. "Çeteyle birlikte çalışmaya başlayalı çok olmadı ama asla başarısız olmadılar. Başkan Yang planlar konusunda oldukça katı ve emindir. Aileni kurtaracağımıza eminim. Üzülme artık."

Lisa da onu onayladı. "Kızım sen hep içimizde en pozitif olan üyeydin, şimdi ne değişti? Kendine gel, Rosie. Seni bir daha ağlarken görürsem arkadaş falan demem yapıştırırım suratına."

YOU | JiroséHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin