...
Minho's povSabaha kadar gözümü birkez olsun kırpmamıştım. Yanımda uyuyan Hyunjin yüzünden veya çektiğim ağrılardan mı bilinmez, kırık pencerden doğan güneşi izlemek daha iyi bir fikirmiş gibi gözükmüştü.
Acıya olan eşiğim fazlaydı. Çok çabuk canı acıtılabilecek türden bir insan değildim. Sanırım, bu benim zaman geçtikçe kazandığım bir durum değildi, Tanrı her insana katlanabileceği kadar acı bahşediyordu. Artık katlanmak istemiyordum.
Daha ne kadar hareketsiz bir biçimde gökyüzünü izlemeye tahammül edebileceğimi bilmiyordum. Yinede ölmemiştim. Öleceğimi düşündüğüm anlardan birisindeydim. Ve yine ölmemiştim. Bu benim için bir başarı değildi ama başaramadığım ilk şey de değildi.
Kısa bir süre sonra Hyunjin'in uyandığını fark etmiştim. Suratıma bakmadan kalkmıştı. Dün gece onunda pek uyuduğunu söyleyemezdim. Benim yüzümden. Yaşadığı her şey kısmen benim yüzümdendi.
Bazen susmak ve hiçbir şey yapmamakta en büyük günahtı.
Ve ben çoğu zaman susuyordum. Düşünüyordum da acaba annemin öldüğü gün polislere gerçeği anlatsaydım şuan olduğum boktan kişi olmaya devam edermiydim. Belkide başka birisi olabilirdim. Susmak her zaman çözüm değildi.
"Siktir."
Hyunjin'in kısık sesle verdiği tepki ile gözlerim ona çevrilmişti. Camdan aşağı kocaman açtığı gözleri ve dişlediği dudakları ile bakıyordu. Sonrasında duyduğum polisin siren sesleri ile benimde ayağa kalkmam çok olmamıştı.
"Sanırım motel sahibi bir şeylerden şüphelendi."
"Ya da fuhuş baskını yapıyorlardır. Bu daha gerçekçi değil mi?"
Suratıma benden nefret ediyormuş gibi baktı. Nefret ediyordu*. Susmam gerektiğini anlayıp geri çekilmiştim. O ise yatağın üzerinde bıraktığı eşyalarını toplamaya başlamıştı.
"Buradan çıkmamız lazım. Nedenini sakın sorma yoksa seni burada bırakır giderim. Tamam mı?"
Şuan fazlası ile şüpheli davranıyordu ama bunu sorgulamak haddim değildi. Dediğini yapıp peşinden odadan çıkmıştım. Polisin seslerini duyabiliyordum. Yine de merdivenleri kullanmak dışında başka seçenek yoktu. Polisin yukarıya doğru çıkmaya başlaması pek iyi olmamıştı. Hyunjin derin bir nefes alıp merdivenlerden aşağıya inmeye başlamıştı bende onu takip ediyordum.
Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde binadan çıkmıştık. Polisler arkamızda kalmışken yokuş aşağı hızlıca koşuyorduk benim ellerim onun bileğine kenetliydi, onun parmakları ise bilekliğime sarılıydı. Dakikalarca nereye gideceğimi bilmeden onun peşinden koşmuştum. Bedenim adeta can çekişiyordu ancak ruhum aradığı özgürlüğü bulmuşcasına huzurluydu.
Daha sonra bir köşeden dönmüş başka bir ara sokağa girmiştik. Acaba babam şuan ne yapıyordu, evde olmadığımı fark etmiş miydi? Sanmıyordum. Evden sıkça kaçan birisiydim, çocukluğumdan itibaren.
Girdiğimiz ara sokaktan boş, neredeyse yıkılmak üzere olan kentsel dönüşüm damgalı bir evin bahçesine girmiştik. Hâla ne için kaçtığımızı anlayamamıştım. Nefes nefeseydik. Elimi bileğinden çekmiyordum.
"Açıkça söylemek gerekirse cebimde kalan son parayı eczaneye ödemiştim."
Gerçekten şu halimle başına bela olmalıydım. Yüzü koşmaktan olsa gerek kızarmıştı. "Polis kaçağı olmak benim için sorun değil." Ayrıca o boktan motel tek bir kuruş dahi haketmiyordu. Durumumuz yeterince trajikomikti.
"Ama benim için sorun."
Bileğini avuçlarımın arasından çekti. Kendisini çimlerin üzerine sırt üstü attı. Yeterince boka batmıştık bu onun için sorun değildi. Yanına oturmuştum. İkimizde gökyüzünü izliyorduk.
"Biliyor musun? Bir zamanlar senden gerçekten hoşlanıyordum."
Gözlerim ona çevrilmişti. Eskiden birkaç cümle kurmaktan âciz olan Hyunjin fazlası ile değişmişti. Gerçi bende değişmiştim. Şimdi ise konuşmayan taraf bendim. Benden hoşlandığını biliyordum. Şaşırmamıştım.
"Üzgünüm."
"Hayır, hayır üzgün olma. Neden üzgün olasın ki? O zaman üzgün değildin, neden şimdi üzgün olduğunu söylüyorsun? Neden?"
Hoşlandığın biri tarafından yüzü üstü bırakılmak acıtmış olmalıydı. Bu hissi bilmiyordum. Gözlerimin içine öfkeyle bakıyordu.
Nefret ve sevgi.
Birbirine çok yakın iki kavram.
"Benden ne istiyorsun bilmiyorum ama yapma. Bana böyle yaralarınla gelme ben kendi yaralarımı sarmayı beceremezken seni iyileştirmem."
Bencildim. Çok bencildim. Ondan ne istediğimi bilmiyordum. İlgi? Merhamet? Bi tür sevgi? Arkadaşım olmasını? Belkide daha fazlasını.
Beni anlayan ilk kişiydi. Benimle her şeye rağmen ilgilenen, Benden sağlayacağı hiçbir çıkar olmaksızın yanımda olan, yanına berbat bir halde gelsem dalgaya vurmak yerine endişelenen ilk kişiydi.
"Bunu söylemek için doğru zaman değil belki ama benden uzak dur Minho. Beni iki kere kurtarmış olabilirsin. Ama defalarca öldürdün. Hâla farkında değil misin?"
Ayağa kalktı ve omzundan düşen çantasını sıktı. Yüzüme bakarken gözleri dolmuştu. Uzun süredir bunları söylemek için gücünü toparlamaya çalışıyordu anlaşılan. Bende oturduğum yerden kalktım.
Çantasından çıkardığı astım ilacına ve ilaçları elime tutuşturmuştu.
"Ben ne zaman kendimi her şeyin bittiğine, kâbusumun sona erdiğine inanmaya çalışsam senin yüzünü görüyorum ve her şey mahvoluyor. Bu hissi bilmiyorsun. Bilmeni de istemem."
Hâla beni düşünüyordu. Kendimi bok gibi hissediyordum. Bu histen nefret ettim. Haraketlerimden ve bana karşı geçmiş hislerinden dolayı şuan fazlası ile savunmasızdı karşımda. Üzerine doğru yavaşça yürüdüm.
"Üzgünüm Hwang. Benim hayatımda bir değişikliğe sebep olmayan şey senin hayatını bu kadar etkileyeceğini düşünmemiştim."
Ve en iyi bildiğim şeyi yaptım. Duygularını hiçe saydım. Güvenini sarstım. Kalbini kırdım. Bunu yapmaktan nefret ediyordum ama yaptım. O da hiç yapmayacağı bir şey yaptı ve sıktığı sol elini yüzüme geçirdi. Olduğum yerde savsakça gerilerken o yüzüme nefret ile bakıyordu. Gülümsedim. Dudağımın kenarındaki ıslaklığı elimin tersiyle silmiştim.
"Etkilenmek mi? Umarım senden bundan etkilenmişsindir. Aptalsın Lee Minho. Gerçekten bir aptal. Seninle konuşmaya çalışmak bir hataydı. Siktir git."
Arkasını dönüp çekip gitmeden önce ellerinin titrediğinin farkındaydım. Arkadaş olabileceğimizi düşünmek hataydı. Benden nefret ederse, bırakması kolay olacaktı. Zaten günün sonunda beni bırakacağının farkındaydım. Nefret ettiğin birisini özlemesi zordu. Ne yazık ki ben ondan nefret etmiyordum.
Yine de beni orada bıraktıktan sonra dudağımdan akan kana karışan göz yaşlarıma hakim olamamıştım. Bu his tanıdıktı. Burnuma gelen kan kokusu rahatsız ediciydi. Boğazıma sarılan bir çift el bir kez daha nefesimi kesiyordu. Ellerimi yıkamalıydım. İğrençti.
Tıpkı annemin beni boğmaya çalışırken babamın kafasını silahla dağıtışı gibiydi.
Nefret ettiğin birisini özlemek zordu.
...
Huh...
╰(*'︶'*)╯♡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Reflections, Hyunho
Short StoryTw| bullying, suicide warning, selfharm, toxic rs Hyun, ölmek istiyor.