"I know I messed with your mind
And wasted all your precious time
The more I try, the more I find thatAll the things you've said
Made it harder to breathe
When I was lying on the floor
I couldn't believe you wouldn't save me
But you blame me"...
Minho, alışık olduğu kanın tadını ağzının içinde çok net bir şekilde hissediyordu. Ağzına biriken kanı savsakça yanındaki boşluğa tükürdüğünde kendini tekrardan uzandığı yere bırakmıştı. Sırtına yediği tekmeler yüzünden bu kararının o kadar doğru olmadığını anlamış, ağzından küçük bir inilti çıkmıştı.
Fiziksel olarak acı hissediyor olabilirdi ama ruhsal olarak mutluydu. Öylece batmış güneşi izlerken onu güzelce benzettiklerinin farkındaydı. Ama sanki yediği her darbede daha çok rahatlamıştı ya da vurduğu her yumrukta.
Hyunjin, yerde bitikçe yatan bedeni öylece dizlerini karnına çekmiş sırtını okul duvarına yaslamış izliyordu. Kaç dakika geçmişti bilmiyordu şokunu atlatamadığı olayın üzerinden. Minho. Evet, bir zamanlar deli gibi hayranlık duyduğu çocuk. Onu tekrar kurtarmıştı. Ve sandığının aksine mutlu hissetmiyordu.
Yaralarını kanatmaya devam ediyordu. Bu yaşadıkları fazlasıyla yabancıydı kendisine. Kafasını geriye yasladığında gözlerini kapatmıştı.
Her şey için çok geç kalmıştı Minho. Artık sadece onu kurtarma çabası Hyun için bir şey ifade etmiyordu. Onunda diğerlerinden bir farkı yoktu.
"Senden gerçekten nefret ediyorum, Hwang Hyunjin." Hyun, gözlerini sıkıca kapatmaya devam ettiğinde kendi kendine konuşan bedeni umursamamaya çalışıyordu. Minho, acıyla yerden kalktığında göğüs kafesinde hissettiği batma hissiyle öksürdükten sonra ağzına tekrardan dolan kanı yere tükürüp yalpalayan adımlarla Hyunjin'in karşısına geçmişti.
"Zayıfsın. Güçsüzsün. Karşı koymuyorsun. Kendini korumuyorsun ve başkalarının seni korumasını bekliyorsun. Unutma, etrafında her zaman seni koruyacak insanlar olmaz."
Hyun, araladığı gözlerini ona nefretini kusan bedene çevirdiğinde sustu. Konuşmadı. Konuşsa bile onu anlamayacaktı. Bu yüzden her zamanki boş bakışlarını takınmıştı yüzüne.
Ondan yardım istediği günler, cevapsız haykırmalarını anımsadı. Nerede yanlış yaptığını düşündü. Hyun, öldürmek istedi, içindeki ölmek isteyen yanını. Sızlayan dizlerine çevirdi gözlerini. Sanırım iz kalacaktı.
Ayağa kalktığında dizlerinde hissettiği acıyla, canı acımıştı ama ses çıkarmamıştı. Yere dökülmüş eşyalarını çantasına koyarken Minho'nun bakışlarının üzerinde olduğunun farkındaydı.
"Sen beni hiçbir zaman korumadın. Aksine daha fazla incittin."
Önünü dönmeden konuştuğunda Hyun konuşmanın verdiği ağırlıkla yutkunmuştu. Konuşmayı sevmiyordu. Evet, kesinlikle bundan nefret ediyordu. Çünkü her konuştuktan sonra ses tellerinde bir acı, boğazını sıkan bir el varmış gibi hissederdi.
Gözleri sinirsel bir şekilde dolduğunda burnunu çekmiş ve bileğiyle dolan gözlerini silmişti. Konuşmayı sevmezdi. Hyun, ne zaman konuşsa yüzüne yediği yumruğu, ağzına sokulan kağıt yığnını veya nefessiz kalana kadar suya bastırılan vücudunu hatırladı. Minho'nun ona şaşkınlıkla bakmasını umursamayarak koşarak okuldan çıktığında arkasından birkaç kez seslendiğini hissetmişti.
Kaçtığı kişi Minho değildi, delirmesine sebebiyet veren zihniydi. Ama Minho bunu anlayamazdı. Çünkü o hiçbir zaman anlaşılmamıştı. Kimse onu anlayamıyor sadece yaralıyordu. Basit olan, bu olsa gerekti.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Reflections, Hyunho
Short StoryTw| bullying, suicide warning, selfharm, toxic rs Hyun, ölmek istiyor.