Tokat.

62 5 4
                                    

İnsanlığı yedirmek için çok uğraşıyorduk. Kendimizi kanıtlamak, o acınası yüzler sadece biz değil onlarında olduğunu da bilmiyorduk.

Tost makinesinden yavaşça kızaran ekmekleri aldım. Ve tabağa koydum.
Ardından tereyağına diğer elimdeki bıçağı sürtüp kızaran ekmeğin üstüne sürdüm. Neden ısınıp bir insanı ısıtmıyorduk? Eksik neydi, biliyorum ama size bilmediğimi söylemek istiyorum.

Ağzıma doğru götürüp ısırdım, lezizdi. Ama bir yandanda klişeydi.
Bakışlarım pencerenin önündeki noel şapkasındaydı. Kış yaklaşıyordu.. kırık kalplerin dermanı yaklaşıyordu..
Ekmeği bitirdim, tabağı lavaboya koyup yıkadım. Gerisinde mutfaktan çıktım. Mavi loş rengi koltuğa oturdum ama tekliydi. Çift oturacak ne kimim, nede koltuğum vardı.

Kumandaya uzandım ve Televizyonu açtım. Noelin geldiğini, havaların çok soğuk olacağını söylüyordu. Geçtim, bilirsiniz zaten. Her yılın sonunda erkenden başlıyordu bu işsizler.
Geri kapattım. İzlemediğimiz ya da uğraşmayı bitirdiğimiz şeyleri neden yerine koyamıyorduk ki? Sanırım her şeyi yerine koymaktan aklımızı kaybetmiştik.

Saate baktım. Bugün lise vardı ama ben gitmiyordum. Son senedeydik ve ben yeterince çalıştığım için buna gerek duymuyordum. Ne rahatlık değil mi ama? Bilmiyorsunuz işte. O 3 yıl ne kazık ne zorluk çektiğimi.

Kalktım ve odama doğru yol aldım. Sanırım dışarı çıkacaktım. Mavimsi gökyüzü ve uzayı anımsatan odama girdim. Evin düzeni bana aitti çünkü biliyorsunuz, tek yaşıyordum. Aynalı dolabımın yanına gittim. Hemen sağında yatağım, diğer solunda çalışma masam vardı. Her neyse,
Dolabımı açtım ve giyinecek bir şey aradım.

Siyah soluk uzun çorabın üstüne kazağımsı adını bilmediğim gül kurusu eteği giydim, üstüne siyah bir kazak ve boynuma kırmızı bir atkı aldım...
Aynadan çift renkli saçlarımı taramak için tarağımı aldım. Ve güzelce saçımı taradım.. daha sonra, daha sonra.. sanırım saçını balık usulü ördüm. Ne güzel açıklıyorum değil mi?

Daha sonra hafif bir makyajla odamdan direk çıktım. Çünkü aynaya bir daha bakarsam, bir daha kendimi yenilerdim. Botlarımi giyip kapıdan çıktım. Anahtarı deliğine sokup kilitledim. Kalbimi nasıl kilitlemiştim?
Rüzgarın serinliği ile önümdeki saçlar uçuşuyordu. Kaldırımdan geçiyor koşuşturan çocuklara ve ailerine hatta sevinçten koşan hayvanlar bile vardı.

Ben neden koşmuyordum? Belkide çok koştuğumdandır. Acaba, Okula gitse miydim? Eşyalarım oradaydı zaten.
Kararımı değiştirip, metro durağına doğru ilerlemeye koyuldum. Okulum maalesef evimden uzaktı. Ne münasebetse, okulumun yanındaki evleride almışlardı hayırsız insanlar.
Hayır, zaten bir evim bile yoktu ki anahtarı elimde olsun...

Burnumun ucunun kızardığını hissediyordum. Rüzgarı seviyordum.. yağmur bizi ıslatıyordu evet ama hep uğursuzlukda getiriyordu.

Rüzgar beni ayıltıyordu, aklımı benden alıyordu. O her şey olabilirdi. Ama bu dünyada kimse her şey olamazdı.
Derin nefes aldım verdiğim toksik nefes buhar halinde kaybolup gitti.
Sonunda istasyona gelmişdim. Merdivenlere inmeden önce hep sağ tarafindan ilerledim. Çünkü dengesiz insanlar hep karmaşık giderdi ve çarpma olasılığınız %97 şans olurdu.

Aşağı indiğimde bir köşeye geçip Metroyu bekledim. İnsanları bazen izlerdim. Çok anlık bir halimle onları tartardım. Yaşlılar bazen hayinlik yapardı ama bazıları cidden yumuşak kalpliydi. Gençler kendi halindeydi. Genelde size sigara içmeyin demek isterdim ama buna örnek olamazdım çünkü bende arada içiyordum. Ama fazlasına hayır derdim.

Metronun sesini duyunca yerimden yavaşça doğruldum. Omzuma asılı olan çantayı sıkıca kavradım çünkü büyük bir ordu metroda hapis kalmış gibi çıkacak, koşacaklardı. Evet tamda dediğim gibi olmuştu. Koştur koştur gittiler ve ardından bir hışımla içeri girdiğim gibi köşeye geçmiştim. Rahatladım, şimdi ise durağımı bekleme zamanıydı...

﴾⛧﴿ Yıldız olmamıza gerek yok, gökyüzünde binlerce var zaten..

Hiç dersi kaçırmamış gibi ilerliyordum. Neden umursayayım ki? 40 yılda bir gidiyordum okula resmen... Ne diye yoracaktım ki kendimi? Her neyse.. çok sızlandım sanırım. Bugün edebiyat ve Matematik vardı. Ne bölümü diyorsanız Eşit ağırlıklı gidiyordum. Sayısalım çok yüksekti ama ben edebiyatıda yoksuz bırakmak istemiyordum. Bence edebiyatsız olmazdı...

Koca yokuşu arkamda bırakınca derin nefesler aldım. Ağzımı aralayıp konuşacaktım ki...
Bir turuncu motor gözümün önünden drift atarak bir hakaret edermişcesine durdu. Ve ardından diğer motor grubuyla durdular. Ölmeden önce bir kez bile dünyaya sesimi çıkaracağım vakit, bu lanet kireç kokulu yarı arabalara bakıyordum.

"Güzel döndüm ama değil mi?"

Kendime olan gururumla hareket ettim. Kim ona güzel döndüğünü demeden önce ben yüzüne tokatı geçirmem gerekiyordu. Hem kim olurda kaldırıma arabayla geçerdi?
Görüş alanına girdiğimde beni süzdüğünü hissettim. Sapık olabilir miydi? Acaba gururumu unutmasa mıydım?

"Kaldırımlar niçin vardır bilir misin, biliyor musun?"

"Evet, insanlar için yapıldı."

"O zaman neden üstüme üstüme atıyorsun driftini!"

Elimi yukarı kaldırdığım gibi o güzel bebek tipine tokadı geçirmiştim. Evet bunu cidden yaptım. Herkes nutkunu tutmuş bana bakarken, önümdeki kül saçlı çocuk başı hafiften yana kaymış, yakut gözlerine bir durgunluktan öte sinir konmuştu.

Tabi akıllı ben direk vurduğum tokat ile oradan kaybolmaya niyetlendim. Benim önüme gelen düzgün gelsin. Bir artislik parçası ile değil....



Öyle sandım. Belki ilk defa yanıldım.

𝗙𝗼𝗿𝗴𝗼𝘁𝘁𝗲𝗻 𝗗𝗶𝗮𝗿𝘆 // 忘れられた日記Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin