Çilek bahçesi

25 4 2
                                    

Yakut gözleriyle bir sebeb arayan bir o kadarda nefretiyle bana bakıyordu. Nutkum tutulmuş ama attığım tokatın arkasında durmaya çalıştım. Bana öyle gelmiyecekti.

Bir adım atan ilk o olmuştu. Ama ben tabiki ne yaptım? Yana kayıp onu umursamadan yanından geçtim. Sinirli soluklarını kulağımın içindeki zarın titremesine kadar duymuştum... Kapıyı açıp direk kendimi dışarı attım.
O zaman fark etmiştim, kalbim hızlı atıyordu.

Ama ardından açılan kapı ile yerimde dimdik durdum. Sanırım artık kaçamazdım. Sanırım.

"Attığın tokadın,"

Durdu. Sanırım karşında bir kız olduğunu sindirmeye çalıştı. O kadar sinirliydi ki. Belki haklıydı ama değildi.
Ona doğru yavaşça döndüm. Sinirli yakutları koyunun en dibindeydi.

"Attığım tokat?"

Sustum. Sessizliği çok mu seviyordum bilmiyorum ama konuşmaya niyetli değildi. Neden duruyordu? Neden diğer insanlar gibi ağzından ne çıkıyorsa söylemiyordu?

"Kızabilirdin. Neden tokat atma gereği buldun?"

"Bir kadından tokat yemek gurur kırıcıdır. Erkeklerin gözünde, bende bir daha bir kadının üstüne sürmezsin diye vurdum."

"Katiyen yalansın."

Durdum, ne demeye çalışıyordu? Ona tam döndüm.

"Yalan algılayan sensin.. bir şey demiyeceksen, boşa zaman kaybetmek istemiyorum."

Dudaklarında kıpırdanma hissettim. Ve alaycıl gözleri ile beni bir kez daha süzdü...

"Evet, boş zaman kaybı yapmaya devam et Meloş."

Tam ilerleyecektim. Ama lakabımla durdum. Nasıl yani? Lakabımla neden sesleniyordu. Bunu sadece sınıftakiler sinir olsun diye derdi.

"İsmini saklamanda kaçtığını belli ediyor Meloş."

Gerisinde daha fazla duymamak için oradan ayrıldım! Kantine doğru ilerlemeyi tercih ettim. Ben kaçmıyordum. Ben ismimi sevmiyordum neden koyulduğuna, neden yaşadığıma dahil hiçbir bilgi vermiyordu. Ayrıca, Meloş isminide sevmiyordum! Nereden geldiğini soruyorsanız...

Melezin iğneleştirilmiş pofidikleştirilmiş haline Meloş deniyordu. -Katiyen yazarın uydurması- Ve melez denilmek yerine bana Meloş diyorlardı.
O zaman gerçek ismimi kullanmama ne gerek var ki?

Kantinde çok sıra olmadığından ilerledim. Ve sadece sıcak çikolata ve yanına patates kızartması küçük burger aldım. Gerisinde arkamı dönüp boş bir masaya doğru döndüm. Sandalyeye oturup masaya tepsiyi koydum. Ayak sesleri geliyordu ama meraklı olmadığım için ne oraya döndüm ne de aldandım. Sıcak çikolatalı kupayı elime alıp kokusunu içime çektim...
Kaderim gibi kokuyordu. Ama ben vanilyanın içindeki narin çilek gibi kokuyordum..

Karşıma biri oturdu. Kahvenin en güzel tonu saçları ve mor-mavi karışımı gözleriyle bana bakıyordu. Kupadan hafifçe yudum alıp tepdiye geri koydum. Bu kişi Yumoydu, arkadaş olduğumuz sayılmazdı. Ama herkesden daha farklı bana davranıyordu. Bunu çözememiştim. Yine belki nedenini biliyorumdur...

"N'aber?"

"İyiyim, sen de iyi ol."

Klasik cevaplar...klasik sorular...

"Bugün okula gelme sebebin nedir? 2 haftadır seni bekliyoruz..."

"Keyfi geldim."

O kadar rahatım ki, keyfi okula gidip geliyordum. Ve daha demin hocamız bana "zaman kaybettiğimi" söylemişti.
Ben zaten biliyordum.
Zaman mı beni kaybetti yoksa ben mi onu kaybettim...

"Sende ki bu gururu kutlamamız gerek!"

Kıkırdadım. İnsanlar ne görüyorsa onu öyle kabul ediyordu. İçini açmayı korkuyorlardı.

"Herkes gurur yapabilir..."

"Ama çevren herkes değil..."

Evet çevrem değildi belki. Ama biliyordum benim gibi olanlarında olduğunu....

* * *

Okul çıkışı kendimi dışarıya atmıştım. Kimseyle konuşmak bile istemiyordum.  Hep gittiğim kafeye doğru yönelttim kendimi.
Biraz dakika sonra kafeye vardım. Kapı kolunu tutup ittim, sıcak esintiye karşı hafifçe gülümsedim... Ah kafeler, sizin gibi sıcak bir esintiye sahip olabilir miydim?

Her zamanki gibi en arkada şöminenin yanındaki masaya geçtim.  Sıcaklık tenime doğru yol açarken önümdeki menüyü aldım.
Genelde çok yemek yemezdim. Annemden sonra hayatım değişmişti.
Olduğum kişi mi? Yoksa istenilen kişi mi olmalıydım?

Çilekli Milkshake gözüme batmıştı. Gelen garsona samimiyetle istediğimi söyledim. Boynumdaki atkıya daha da sığındım... Derin nefeslerimin ne zaman sonu olacaktı? Ya da bu insanlar ne zaman gerçeği öğreneceklerdi.
Aklımı karıştıran sorularım vardı ama ondan önce ben zamanı, kaybolmuş zamanımı bulmam gerekiyordu.

Çünkü

Ben hiçbir şey hissedemiyordum.

Sevdiklerim gittikden sonra...

Derin bir iç çekişimin ardından önüme gelen çilekli Milkshake ile gülümsedim. Kupalık yerini tutup avucumun içine aldım. Pipeti yavaşça ağzımın içine alıp kendime doğru çektim....

Kavrulmuş, kendine gelmiş çilek tadı...
Beni anılarına sürükleyen bu içecekten nefret etmem gerekiyordu. Ama içim ona karşı çok nazikti.

Bir bahçenin içindeydim. Etrafımda yemyeşil çilek bitkileriyle doluydu. Ufuk'un ilerisinde bembeyaz saçları rüzgarla bir uyumla savrulan kadın, sadece gülümsüyordu. Baharat gibi kalıcı, şeker gibi kokan çileklerin ardından...
Sadece gölgesine bakabildiğim o kadına bakabildim.
İlerleyemedim. Çünkü biliyordum.

Ben ilerlersem her şey siyaha boyancaktı.

Kadın gün doğumun ardından simsiyah kaldı. Tıpkı benim gibi.
Her şey, her şey şuan eskiye dönüyordu.

Şeker kokan, baharat gibi kalıcı kokusu gitmiş, geçmişin acısı vardı bu kıdemlı çilek bahçesinde...
Ve ben yine bir daha bu bahçenin ilersini göremedim.

Bedenim savruluyor, bulanık gözlerimin tek gördüğü şey şöminenin sıcaklığıydı, ateşiydi. Geride ateş ve duman kalmıştı.
Boğuk endişeli seslerin ardından biri ensemin arkasına elini getirip beni kaldırmıştı. Bulanık dünyam, bir anda onun gözlerine kapıldı.

Çilekdende kırmızıydı. Bedenim enerjisini çekmek istedi. Koklamak, onu tatmak istedi.

Ama sadece bana baktı. Yüzüne soğuk su damlaları gönderdi. Kirpiklerim refleksle kapandı, yavaşça yeniden açtığımda bu sefer daha net gördüm...
Onun kucağında, onun gözleriyle temas ediyor elleri, sıcak sandığım elleri yanaklarımdaydı.

Herkes derin nefes alırken, ben sadece beni kurtaran çocuğa bakıyordum.

"Neler yaşadın öyle?"

Ne demeliydim? Kriz?, çilek bahçesi, o kadın ya da hiçbir şey...

Neden geldin?

𝗙𝗼𝗿𝗴𝗼𝘁𝘁𝗲𝗻 𝗗𝗶𝗮𝗿𝘆 // 忘れられた日記Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin