11

756 24 0
                                    

Geleli neredeyse 2 hafta olmuştu. Yeni bir hat almıştım ama yurt dışına kapalıydı. İnternette de biraz sıkıntı olduğu için onlara ulaşamıyordum ama bu sorunu yakın zamanda çözecektim. 2+1 evde yaşıyordum. Ev oldukça genişti ve benim eşyalarım da azdı. Zamanla buraları doldurmayı düşünüyordum. Bugün işten çıkıp markete gitmiştim. Akşam yemeği için biraz malzeme aldım. Eve geldiğimde sıcak bir duş alıp yemek yaptım. Artık yemek yapmak zorundaydım. 2 ay deneme süreci verdiler, zorlanırsam geri dönecektim ama şu ana kadar zorlanmamıştım. Bir aklım hep oradaydı. Geçen maçları varmış, galibiyetle dönmüşler. Şampiyon olmamıza az kalmış. İnşallah oluruz bu sene.

Geleli 2 ay oldu ve ben alışmıştım. Maaşım da güzeldi. Evimi biraz doldurmuştum ama hala boşluklar vardı. Mesela televizyonum yoktu. Televizyon yerine bir kitaplık almıştım. Yeni arkadaşlar edindim kendime, onlarla da vakit geçiriyordum. Melina'ya ulaşmıştım. Her şeyin gayet iyi olduğunu söylemişti ama Barış telefonlarını açmıyordu. Endişelendim ama Melina onun iyi olduğunu söyledi sadece telefonu bozulmuş.

Geleli 7 ay olmuştu. Artık alıştım buraya ama Barışla konuşmuyorduk. Bugün arkadaşımın doğum günüydü, partiye davetliydim. Üzerime siyah elbisemi giydim, Barışla güveç yediğimiz gün giydiğim elbise. Yine aynı şekilde hazırlanıp evden çıktım. Arkadaşlarım beni almaya gelmişti. Birlikte partiye geçtik. Doğum günü gayet güzel geçmişti ama Melina'nın beni aramasıyla sessiz bir yere geçtim.

"Alo!"
"Nasılsın Umay?"
"İyiyim sen nasılsın?"
"Ben de iyiyim. Keremle oturuyoruz."
"İyi bakalım. Kerem nasıl?"
"İyi o da. Bugün antrenmanda yorulmuş biraz."
"Öyle mi? Barış nasıl?"
"Barış mı? İyi."
"Yanında mı?"
"Yok değil!"
"Tamam. Niye bağırıyorsun?"
"Yok bağırmadım."
"Ha tamam. Neyse arkadaşımın doğum günündeyim. Sonra konuşuruz iyi geceler! Selam söyle."
"Tamam görüşürüz."

Telefonu kapatıp partiye geri döndüm. Parti bitince arkadaşlarım beni eve bırakmıştı. Üstümü değiştirip uyudum.

1 yıl olmuştu neredeyse. Biraz zayıflamıştım. Burada güveç yok, mantı yok, Salih abinin köfteleri yok.
2 haftalık izin günüm vardı. Tabii ki Türkiye'ye gidecektim. Küçük bir valiz hazırlayıp hızlıca havalimanına gittim. Pasaport kontrolü falan derken kendimi uçakta buldum. 1 yıl sonra geri dönüyordum. Heyecanlıydım, onu görecektim. Kardeşimi görecektim. Uçaktan indikten sonra Melina beni almaya gelmişti. Birlikte onun evine geçtik.

"Aç mısın?"
"Yok değilim."
"İyi o zaman, bugün maç var."
"Gidelim!"
"Kerem bize yer ayırttı. Hazırlanda gidelim."
"Tamamdır."

Hemen üstüme formamı ve şortumu giyip çıktım. Melina da formasını giymişti. Birlikte stadyuma gittik.
Kerem'in ayırttığı yerlere geçip maçın başlamasını bekledik. Galibiyetle sonuçlanmıştı. Maçtan sonra Melina ile birlikte soyunma odasına geçtik.

"Selam!" Dedim Kerem'e bakarak.
"Umay!"
"Nasılsınız?"
"İyiyiz abla! Hoş geldin."
"Hoş buldum. Barış nerede?"
"Iıı! Gelir birazdan." Birbirlerine bakıp duruyorlardı sanki benden bir şey saklıyormuş gibi. Kerem'in yanına geçip sohbet ettik. Barış gelmişti.

"Selam gençler! Yengeniz bırakmadı beni."

Barış'ın söylediklerini idrak etmeye çalışıyordum. Bütün sesler gitmişti, her yer karanlıktı, hiçbir şey hissetmiyordum. Zar zor ayağa kalkıp kapıya doğru yavaşça ilerledim. Yüzüne bakamadım, cesaret edemedim. Stadyumdan çıkıp sahile doğru yürüdüm. Ne hissettiğimi ne hissedeceğimi bilmiyorum. Yüzümde boş bir ifade vardı sadece. Duyduğum şeylerin şokunu atlatamadım. Ayakkabılarımı çıkartıp ayaklarımı suya soktum.

"Neden!" Diye bağırdım gözyaşlarımı tutamayarak.
"Neden yaptın? Ben seni hala severken sen, sen nasıl yapabildin bunu?"

Daha fazla ayakta duramıyordum, olduğum yere oturdum. Bir anda yağmur yağmaya başlamıştı. Gözyaşlarımla karıştı yağmurlar. Ben daha çok bağırmaya başladım.

"Kalktım baktım gecenin üçündeymişim! Ben nasıl bir kadınım hiç sevilmemişim! İstanbul'dan gitmeyi hep denemişim de sen aklıma gelince geri gelmişim."

Gitmeseydim, yine beni sevecek miydi? Gitmeseydim, bunlar olmayacak mıydı? Gözyaşlarımı silip kayalıklara geçtim. Bir kayalığın üstüne çıkıp oturdum oraya. Yağmur yağmaya devam ediyordu.

"Umay!" Bir ışığın yansımasından anlayabildim kim olduğunu.
"Ne var?"
"Konuşalım mı?"
"İstemiyorum!"
"Özür dilerim!"
"Dileme!"
"Seni çok bekledim ama gelmedin! Bir haber bile vermedin bana!"
"Çünkü internetim yoktu, telefonlar doğru düzgün çekmiyordu! Ve ben sana ulaşmaya çalıştım ama ulaşamadım!"
"Özür dilerim gerçekten!"
"Özür dilemek için geç değil mi?"
"Evet, haklısın."
"Her neyse, sevgilinin yanına git!"

Kayalıklardan inip eve doğru yürümeye başladım. Neyse ki çantamı almıştım yanıma. Eve geldiğimde üstümü değiştirip yatağa uzandım.

"İnanmıyorum aşka falan! Yok aşkım yok canım yok cicim! Benden uzak olsun artık! İstemiyorum kimseyi!"

Biraz daha ağladıktan sonra derin bir uykuya dalmıştım. Uyandığımda neredeyse öğlen olmuştu. Sıcak bir duş alıp kendime kahvaltı hazırladım. Zilin çalmasıyla sandalyeden kalkıp kapıyı açtım.

"Umay Demir?"
"Buyurum benim?"
"Bu kargo size efendim. Şurayı imzalayabilirsiniz."
"Kimden?"
"İsim yazmıyor efendim. İyi günler."
"İyi günler. Kolay gelsin."

Kapıyı kapatıp salona geçtim. Kutuyu açıp içindekilere baktım. Olmazsa olmaz not vardı.

"Nasılsın Umay? Umarım iyisindir. Seni bulmak için her yeri araştırdım ve sonunda bulabildim. Kolyeni benim dükkanımda unutmuşsun. Yani babamın dükkanında artık ben bakıyorum gerçi. Biraz daha dikkatli ol lütfen. Bu kolye senin için çok değerliydi. İyi günler Umay."

"Ne?"

Kutunun içindeki kutu açtım. Babamın bana verdiği kolye vardı. Ne ara bunu kaybetmiştim hatırlamıyorum bile. Kolyeyi boynuma taktım. Hemen kahvaltımı bitirip üstümü değiştirdim. Amerika'da kaldığım bu süre boyunca artık rahatça dışarı çıkamıyordum. Mutlaka elbise giymem lazımdı. Lila rengi bir elbise giyip hazırlandım. Evden çıkıp dükkana geçtim.

"Selam!"
"Umay! Hoş geldin."
"Hoş buldum. Teşekkür ederim."
"Rica ederim. Takmışsın kolyeyi."
"Sayende taktım."
"Sana çok yakışıyor."
"Annemin kolyesi olduğu içindir."
"Bir şey içer misin?"
"Kahve içerim."
"Tamamdır."

Mert kahveleri getirdikten sonra konuşmaya başladık.

"Ee neler yapıyorsun?"
"Amerika'da çalışıyorum. İzin alıp geldim Türkiye'ye."
"Yaa! Ne iş yapıyorsun orada?"
"Bir şirkette çalışıyorum."
"Hmm anladım."
"Sen?"
"Ben de aynı. Babam hastalandıktan sonra bana kaldı burası."
"Geçmiş olsun. İyi mi Halil amca?"
"Hıhı. Biraz daha iyi yani."
"Burası da tatlı bir yer olmuş."
"Daha yeni yaptırdım."
"Zevkin güzelmiş Mert."
"Teşekkür ederim."

Bu küçük dükkan bir parfüm mağazasıydı. Mert buraya dükkan diyip duruyor ben de öyle alıştım. Bütün parfümleri buradan alırım. Halil amca varken dükkan daha otantik bir yerdi. Tarihi şeyler falan vardı ama yine güzeldi. Mert burayı daha modern hale getirmiş, yeni bir hava kazandırmış.

"Yeni bir parfüm geldi, denemek ister misin?"
"Olur."
"Al bakalım."

Parfümü bir çubuğa sıkıp bana uzattı. Bu yasemin kokusuydu.

"Yasemin!"
"Vay! Nereden biliyorsun o kokuyu?"
"Ben bilirim."
"Beğendin mi?"
"Hıhı! Çok güzel kokuyormuş."

Mert kasanın yanına gidip bir şeylerle uğraşırken onu bekledim. Elinde bie kutuyla yanıma geldi.

"Al bakalım."
"Ne gerek vardı?"
"Hediye bu. Hediye geri çevrilmez."
"Peki madem. Teşekkür ederim."
"Rica ederim."

İLK GÖRÜŞ (BARIŞ ALPER YILMAZ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin