Dün güllük gülistanlıkken sabahtan aşırı bir kar yağışına tutulmuştu köy, öyle ki sabah yüzümüzü yıkamak için dışarı bile çıkamamıştık. Hem soğuk hem de bacak boyunda kar vardı. Herkes eve tıkalı kalmıştı mecburen.
Aslında huzurlu bir ortamdı ama tabi ki bu evde ağlamalar, bağırışlar vardı.
Kuduran kardeşlerine kızıp, hatta küçüğünün bacağına bir tane vuran Berat sinir küpüydü. Normalde çocuğa vurduğunda ona engel olurdum ama vurana kadar zorlamıştı kendini. Çok abartıya kaçmadığı sürece küçük vurmaların çocukları terbiye ettiğini düşünüyorum.
Berat'dan korkan küçük, o korkusuna rağmen rahat durmamıştı. Berat karşısına dikip nereye vuracağını bilmeden bacağına iri eliyle çok acıtmayacak şekilde vurdu ama öpülünce bile kıyameti koparan çocuk sanki bacağı kopmuş gibi davrandı ama Berat kızınca içinden içinden ağlamaya başladı.
Tüm kardeşleri yemek yapan annelerinin şalvarına yapışıp ağlarken, Baran uyumaya gitmişti.
Salonda yalnız kalmıştık ama aşırı sinirli bir şekilde gözlerini televizyona dikmiş, kumandanın düğmesine kırmak istermiş gibi basıyordu. Sobadan uzaklaşıp onun yanına kaşlarım çatık vaziyette ilerledim, tabi önce etrafı bir kez daha kontrol ettim.
Yanına vardığımda hâlâ televizyona bakıyordu.
"Bana bak lan," dedim sinirle, kavga etmeye meyilli bir sesle. Aynı saniye öfkeli bakışlarını bana çevirdi. "Hayırdır?" dedim kafamı iki yana sallayıp.
O daha fazla sinirlenirken eğilip çenesini tuttum ve dudaklarımı yanağına sertçe bastırdım. Sıkıca öpüp dudağımı geri çektiğimde hiçbir tepki vermeden sadece kapıya baktı, yüz ifadesini bozmadan televizyona geri döndü.
Elim hâlâ çenesinde duruyordu, dayanamayıp çenesini diğer yana çevirdim ve yine sıkı sıkı öpüp kendimi geri çektim.
"Geç otur bir yere, biri gelecek." dedi kafasını yeniden televizyona çevirirken.
"Salonun kapısı aşırı ses çıkarıyor, alarm verir." dedim ama yine de kendimde emin olamayarak yanına, tam dibine oturdum.
Hâlâ siniri geçmemişti piçin.
O sırada elim sızlayınca yüzümü buruşturup elime baktım, sabah yanlışlıkla sıcak çayı elime dökmek suretiyle yakmıştım. Kıpkırmızı olmuştu.
Berat göz ucuyla bana baktı, ardından elime. Sıkıntılı bir nefes alıp elimi bileğinden tutup kendine biraz çekip baktı.
Acısı aniden giderken sadece teninin değdiği yeri hissediyordum.
Kumandayı kenara bırakıp elini bileğimden çekti ve ayağa kalktı. Gidip televizyonun dolabını açtı ve bir krem alıp geldi. Yeniden eski yerine oturup, bileğimi dizinin üzerine koydu.
Kremi biraz parmak ucuna döküp tenime dokundurdu, yavaşça sürerken ben sadece onu izliyordum. Kırmızı olan her yere sürüp, kremi kenara koydu. Elim dizinde öylece durdum, geri çekmedim.
"Teşekkür ederim." dedim uzanıp kazağının üzerinden kolunu öperken. Ses çıkarmadı, kafamı koluna yasladım.
Ulan uzun süre sonra ilk defa bu kadar huzurlu hissediyordum. Biraz daha yanaştım.
"Berat." dedim, o televizyon izlemeye geri dönmüştü.
"Söyle."
"Hoşlanıyorsun dimi?"
"Hayır." dediğinde huzur aniden kaybolmuştu. Kaşlarımı çatıp dişlerimi koluna acıtmayacak şekilde bastırdım.
Bir kolumu da beline yaslayıp, kendime sıkı sıkı çektim severek dövmek gibiydi bu yaptığım.
"Niye söylemiyorsun?" dedim dizine bir tane vurup.
"Söylüyorum işte, hoşlanmadım."
"Hayır, hoşlandın."
Bu sefer diğer elimi karnına koyup tamamen sarıldım, kafamı boynuna gömüp gözlerimi kapattım.
Boynunu öptüm, o sırada kapıdan ses geldiğinde anında ondan ayrıldım biraz yana kaydım.
İçeri Hazal girmişti, bakışları korkuyla abisine değdi ama kafasını eğip sobanın kenarında oturdu, diğer kardeşleri de tek tek gelince telefonumu açıp ona gömüldüm.
Acilen tüm gün tek kalacağımız bir yer bulmam gerekiyordu.