p ; 1

2.4K 106 49
                                    

Kapı girişindeki hostese gülümseyerek uçağa bindim. Bir elimde pasaportum, diğer elimde çantam ile uçağın burun tarafına doğru yürüdüm. Bir kapıdan daha geçtikten sonra koltuğuma yerleşip hemen telefonumu elime aldım. Cam kenarında değil, ortadaki ikili business koltuklarından birinde oturduğum için uçuş sırasında ilgilenebileceğim şeyler listesi oldukça sınırlıydı. O yüzden yeni koleksiyonum için ilgilendiğim video ve fotoğrafları hemen indirip yolda kendime oyalanacak şeyler yarattım.

Dakikalar geçmemişti ki yanımda küçük bavulu ile elindeki bilete bakan adam dikkatimi çekti. Sürekli biletinde bir yere bakıp daha sonra ise oturduğum koltuğun numarasına bakıyordu. Kaşlarımı hafifçe kaldırıp merak edercesine kafamı biraz eğdim.

Gözleri benim gözlerim ile buluştuğunda simasının nereden tanıdık geldiğini sorguladım. ''Afedersin, sanırım benim koltuğuma oturmuşsun.'' Aksanlı ingilizcesi gayet anlaşılırdı. Bu sefer kaşlarımı çatıp kendi biletime baktım. ''12G? Doğru koltuktayım işte.''

Adam biletine tekrar göz gezdirip hostesi çağırdı. Genç bir kadın gülümser yüzü ile yanımıza geldi. Ama gerildiğini buradan bile anlayabiliyordum. ''Buyrun efendim.'' Adam biletini gösterdi. ''Hanımefendi ile aynı koltuğu almış olmalıyız. Karışıklığı halleder misiniz? Artık yerime oturmak istiyorum.'' Histerik bir gülüşle biletimi hostese uzattım ama bakışlarımı ondan çekmemiştim.

''Yerinize değil, yerime beyefendi.'' Bana kaşlarını çatıp hostese döndü. ''Kusura bakmayın.'' dedi hostes adama doğru. ''Nilsu Hanım bileti daha önce almış. Siz ondan sadece bir saat kadar sonra almışsınız bileti. Ama hiç sorun değil. Hemen size de boş koltuklarımızdan birini ayarlayacağım.''

Hostes gidecekti ki adam ona ithafen. ''Böyle büyük bir havayolu şirketi nasıl böyle bir hata yapar aklım almıyor.'' dedi. Genç kadın konuşmanın başından beri yüzünde silmediği o gülümseme ile birlikte, ''Havayolu şirketleri bazen fazla bilet satar. Sizin yaşadığınız bu durumda normalde farklı bilet verilmesi gerekirken neden verilmemiş olduğunu anlamadım. Ama çözeceğim. Lütfen bekleyin.''

Hostes gittiğinde adama imalı bir şekilde bakıp çantamdan iPad'imi çıkardım. Telefona eklediğim bazı fotoğraf ve videoları buna aktarıp çizim kısmını açtım.

Biraz sonra hostes geldi. ''Nilsu Hanımın hemen yan koltuğu boş efendim. Oraya geçebilirsiniz.'' O yan koltuğuma doğru geçti. Ben ise o oturduğu gibi aramızdaki inip kalkabilen duvarın düğmesine bastım. Kafasını bana doğru çevirdi ama son anda göz devirişini yakaladım. ''Bir buçuk saatlik yolculukta yemem seni merak etme.'' dediğini işittiğim gibi duvarı aşağıya indirdim. ''Afedersiniz?'' Küçümser bir şekilde güldü ve dediğini tekrar etti. ''Diyorum ki, bir buçuk saatlik yolculukta seni yemem. Merak etme.''

Duvarı kaldırmayıp önüme döndüm. Cidden fazla tanıdık geliyordu. Onu bir yerde gördüğüme yüzde yüz emindim. Ama bunu ona tabi ki sormayacaktım.

Uçak kalktı ve ben de tüm teknolojik aletlerimi uçak moduna aldım. iPad'imden açtığım çizim kağıdına kabaca bir kadın figürü çizdim. Aklımda dolaşan o elbisenin taslağını tam istediğim gibi oluşturdum. Sürekli fırça şekli değiştirip bu elbiseye yakışacak en iyi kumaşı arıyordum.

''Fazla ses çıkarmıyor musun?'' diye sesi geldi yan tarafımdan. Kaşlarımı çatıp ona döndüm. Sırtını rahat bir şekilde koltuğa yaslamış, kafası hafif bana kaymış bir şekilde bağlı kolları ile çizdiğim elbiseye bakıyordu. Ekranı kilitledim ve benimle göz teması kurmasını sağladım. ''Uçağın sesinden rahatsız olmayıp benim kalemimin ekrana vuruşundan rahatsız oluyorsan verdikleri kulaklıkları denemelisiniz beyefendi.''

''Tasarımcı mısın?'' diye sordu. Vücudumu hafifçe ona döndürdüm. ''Fazla soru sormuyor musunuz? Ayrıca ne bu samimiyet? Geldiğinizden beri sürekli 'sen' diyerek hitap ediyorsunuz.''

Kafasını hafifçe sallayıp gözlerini kapattı ve önüne döndü. Sinirle güldüm ve aramızdaki duvarı kaldırıp işime devam ettim.

---

Paris'e ineli bir haftadan biraz daha uzun olmuştu. Buradaki son işlerimi bitirip Türkiye'ye dönmek için artık gün değil saatler sayıyordum. Yine uçağa bindim ve bu sefer o adam gibi biriyle karşılaşmamak için dualar ettim.

Üç buçuk saat sonra Türkiye'min, İstanbul'umun o güzel kokusu ciğerlerime dolunca heyecanla pasaport kontrolünü geçtim. Beni alacak olan Mert Hakan abimi görünce içimde oluşan çocuksu kıpırtıya engel olamadım ve koşarak boynuna atladım. ''Dur kız,'' Kahkaha attı. ''Düşüreceksin bizi.'' Ondan ayrıldım. ''Çok, çok, çok özlemişim ya!'' dedim ona bakarak. ''Biz de seni özledik, ismini Fransa haberlerinden okuduk. PSG'ye özel tasarım forma hazırlayacak kadar mükemmel olan kişi sen olmalıydın zaten.'' Güldüm. Arabaya doğru yürürken, ''İrfan Can Düztaze ne yapıyor? Gelmediği için çok kızdım.''

Asıl beni alacak olan oydu. Ama son anda Ceren ve Melina ile alakalı halletmesi gereken bir mesele çıkmıştı. Melina demişken, yanaklarını sıka sıka sevmeyi dört gözle bekliyordum.

''O da gelmeyi çok istedi. O yüzden akşama tesiste tüm kadro güzel bir yemek planladık. Uzun zamandır istiyorduk aslında ama senin gelmen de bahane oldu.'' Bavullarımı bagaja yerleştirdikten sonra sevinçle kabul edip arabaya bindim.

Mert abi beni evime kadar bıraktı. Sabah on olduğu için akşama saatler vardı. Duş almayı bile görmezden gelerek hemen uyudum.

Dörtte tüm enerjim fullenmiş bir şekilde uyandım. Berbat kokuyordum. Ayrıca daha bavullarımı yerleştirmem gerekiyordu. İlk önce uzunca bir süre yıkandım. Sonrasında ise rahatça giyinerek üç bavulumu da açtım. Hepsini boşaltıp odamı ve dolaplarımı yeniden doldurmak neredeyse iki saatimi almıştı. Hemen güzel bir akşam yemeği elbisesi seçerek giydim ve bu elbisenin üzerine saçlarımı açık bıraktım.

Kırmızı rujumu sürüp hafif göz makyajımı da yapınca çantamı aldım ve evden çıktım. Garajımda gereğinden fazla kalan Porsche Taycan'ımı çıkarmanın zamanı gelmişti. Bindim ve tesise doğru sürmeye başladım. Saat altı buçuğa geldiği için trafik yoğundu. Tesise ulaşana kadar saat yedi buçuğa gelmişti.

Hemen parkımı yapıp hızlıca içeriye girdim. Çoktan geç kalmıştım bile. Birkaç tanıdık kişi ile selamlaştım. Aslında futbol ve oyuncular ile alakalı pek bilgi sahibi değildim. Fazla da izlemezdim. Ama İrfan Can çocukluğumuzdan beri sürekli futbol ile büyümüştü. Fenerbahçe'de onun için bir tutkuydu. Onun için tutkuysa benim için de tutkuydu. Fenerbahçe hiçbir kulübün yapamadığını başarıp beni kendine bağlamıştı. Artık İrfan kopsa bile ben kopamazdım Fenerbahçe'den.

Büyük salona girdiğimde herkesin uzun masada dizildiğini gördüm. Hemen İrfan'ı seçip arkasından yaklaştım ve gözlerini kapattım. ''Nilsu!'' diye bağırıp sandalyeden kalktı. Kahkaha atıp ona sarıldım. O da uzun boyunu eğip bana sarılma zahmetinde bulundu. ''Çok özledim.'' dedi beni sıkıca sararken. Ben de aynı şeyleri ona tekrarladım.

Onun yanındaki boş sandalyeye oturmadan önce diğerleriyle de selamlaştım ve bazıları ile sarıldık. Yeni gelenlere döndüğümde ilk önce kendimi tanıttım. Sonrasında ise sırayla onlarla tanıştım. İlk aklımda kalan kişiler ise Ryan Kent'in yüz hatları ve Sebastian Szymanski'nin utangaç selamlaşması olmuştu. Bir de Rodrigo Becao'nun sert duruşu. Nasıl unutulabilirdi ki? Tek yumrukta yere serecekmiş gibi.

''Kusura bakmayın. Biraz geç kaldım.'' Tanıdık gelen, çok tanıdık gelen bir ses kapının girişinden duyulduğunda oraya bakmayı reddetmek istedim. Birden aklıma İrfan Can'ın bir ay önce bana attığı, 'Transfer için bu adamı düşünüyorlar.' mesajı ve postu geldi. Onun üzerine konuşmuştuk bile. Nasıl aklıma yazmazdım bu yüzü, nasıl unuturdum aklım almıyordu.

Yavaşça arkamı döndüm ve düşündüğüm şeyin başıma gelmesini izledim. Gözleri beni bulduğunda en az benim kadar o da şaşırmıştı. İrfan yanıma gelip, ''Tanıştırayım,'' dedi ve ikimizin arasında durdu. ''Nilsu Öztürk, Dusan Tadic. Dusan Tadic, Nilsu Öztürk'' Dusan güldü ve kafasını iki yana sallayarak elini uzattı. ''Biz zaten tanışıyoruz, değil mi Nilsu.''

---

ENEMIES TO LOVERS MIII OLURUM OLUUUURRRRR

desteğinizi göstermek için oy verip yorum atmayı unutmayın askitolar

tell me ; dušan tadićHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin