p ; 8

1.1K 80 50
                                    

sınır: 10 yorum

Sabah inanılmaz bir baş ağrısı ile gözlerimi açtım. Gece o kadar içtiğimi düşünmüyordum. Ya da... Filmin sonunu hatırlamadığım için galiba biraz fazla kaçırmıştım. Biraz ama.

Bugün beni uyandırmayan bir Dusan olması hoşuma gitmişti. Saate baktığımda sekiz olduğunu gördüm. Hemen banyoya girdim ve kısa bir duş alıp çıktım. Duştan sonra burnuma yine kokular gelmeye başlamıştı.

Hızlıca merdivenlerden inip mutfağa girdim. Dusan siyah, dar tişörtünün üzerine yine yemek önlüğünü geçirmişti. Başını yaptığı krepten kaldırıp beni görünce gözle görülür bir şekilde afalladı ve kasıldı. Ben kaşlarımı çatınca tekrar önüne, krep yapmaya döndü. ''Günaydın.'' dedi döndükten sonra.

''Günaydın.'' diye karşılık verdim ona sandalyeye otururken. ''Yardım edilecek bir şey var mı?'' 'Hayır' anlamında bir ses çıkardı ve kenarda hazır duran kahveyi önüme bıraktı. ''Kendine getirir.''

Ona sıcak bir gülümseme gönderdim. ''Teşekkür ederim.'' diyip sert kahveden bir yudum aldım. Anında yüzüm buruşunca buna güldü.

Krepleri tabaklara koyunca masaya oturdu ve dirseklerini masaya yasladı. ''Nilsu,'' dedi. Kreplere ağızımın suyu akarak bakarken kafamı ona çevirmedim. ''Evet?''

''Dün gece hakkında bir şey hatırlıyor musun?'' Sorgularcasına ona baktım. ''Niye? Irzıma mı geçtin yoksa?'' Elimi kalbime koyup yüzüme çakma bir korku ifadesi yerleştirdim. ''Yani, hayır. Geçmedim. Evet, geçmedim.'' Şakamı gerçek olarak mı anlamıştı o? Sırıttım ve, ''Emin misin?'' Kafasını anında salladı.

''Hatırlamıyorum. Hatta filmin sonunu bile hatırlamıyorum.'' dedim. Gözleri öylece gözlerimde takılı kaldığında hayal kırıklığının oradan geçtiğini gördüm. ''Bir şey mi oldu?'' Kafasını iki yana sallayıp yemeğine döndü. "Olmadı."

Birkaç dakika sonra, "Akşam işin yoksa maça gelsene. Maç sonrasına mekanda yine bir şeyler ayarlamış çocuklar." dediğinde güldüm. "Her maç sonu böyle yaparsanız İsmail Hoca sizi çiğ çiğ yer." O da güldü ve kafasını salladı. "Gelirim. İşimi sabahtan hallederim." dedim.

O zaten giyinikti. Siyah tişörtü ve yine aynı renk pantolonu ile tesise gidecekti büyük ihtimalle. Gitmeden önce ona yemek için tekrar teşekkür ettim ve böyle bir zorunluluk hissetmemesini söyledim.

Dusan gittikten yaklaşık on dakika sonra ben de odama çıkıp spor kıyafetlerimi giydim. Kulaklığımı ve su termosumu yanıma alıp koşuya çıktım. Dün ne olmuştuda öyle bir tepki vermişti bana merak ediyordum o yüzden koşu boyunca aklımı bununla meşgul ettim. Ne gibi bir rezillik yapmıştım acaba yine?

Bir buçuk saat kadar sonra kapımın önüne geldim. Anahtarı cebimden çıkarmaya çalışırken telefonum çaldı. Arayan Fransa'daki bağlı olduğum şirketin CEO'suydu. Omuzum ile kulağım arasına telefonu sıkıştırdım ve evin kapısını açtım.

''Merhaba, Nilsu. Nasılsın?'' Ayağımın arkası ile kapıyı kapatırken Fransızcaya geçiş yaptım. ''İyiyim Madame Dupont. Eve yeni giriyordum. Siz nasılsınız?'' Carole Dupont; ünlü markalar ile, Celine, Dior, Gucci tarzı markalardan bahsediyorum, iş birliği yapmış ve alanında en üst mertebede olan bir moda tasarımcısı aynı zamanda benim akıl hocamdı. Üniversiteyi dereceyle bitirmiştim ve o birkaç üniversitenin dereceli öğrencilerinin katıldığı bir sınav ile yanına birilerini arıyordu. Şanslı beş kişiden biriydim. Onunla diğer dördünden daha çok samimiyet kurduğumuzdan ve diğerlerinden daha önde, meraklı bir kişilik olduğumdan şirkete geçmeme vesile olmuştu. Onun bana dediği buydu en azından.

tell me ; dušan tadićHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin