5 - Aşkla Savaşma Mevzusu

38 5 0
                                    

Maria. Ah Maria, güzeller güzeli Maria. Onu seviyordu, çok seviyordu ama bunu Tanrı'ya itiraf edemezdi. Havva'nın Adem'i yoldan çıkarması gibi Maria da onu yoldan çıkaracaktı. Aşk, tadı enfes olan yasaklı bir meyveydi ve rahip o meyvenin tadına varmıştı. Maria'ydı o meyve ağacının fidanını diken ve yine oydu meyveyi dalından koparıp rahibe yediren.

Rahip bir yemeğe davet edilmişti ve orada her türden insan vardı ama en farklısı kendisiydi çünkü o bir rahipti ve masadaki aşka en uzak kişi kendisiydi. Ama kalbine söz geçiremiyordu, Maria'ya aşıktı, onu arzuluyordu. Onu arzulamasının sebebi sadece bedeni değildi, onun kalbini arzuluyordu. Kalbinde bir rahip parçasına yer varsa da o bunu bilmiyordu, bilemeyecekti. Bilse ne fark ederdi ki zaten. Tanrı'yı bırakıp kendini aşka mı adayacaktı. Hayır, onun sevgisi sadece Tanrı'ya yeterdi, artan sevgiyi bir kadına veremezdi.

Masada dönen sohbetler hiç ilgisini çekmiyordu rahibin. Kim ne kadar kazanıyor, kim ne iş yapıyor, kimler kimlerle birlikte. Falanca Filancayı seviyormuş da bilmem ne. Umursamıyordu. Gözleri sadece Maria'nın olduğu taraftaydı ve Maria onu fark ederse ne yapacağını planlamamıştı. Sahi ne yapardı? Maria ona bir bakış atsa tüm inancını bir köşeye atıp Maria'ya mı koşardı? Koşsa ne diyecekti? "Maria'm, sevdiceğim, sana geldim. Beni koynuna al da uyut, sabah uyandığımda dudakların beni karşılasın. Ah Maria'm sana kahvaltıyı ben hazırlarım, hani o çok sevdiğin omlet var ya? -Maria'nın omlet sevip sevmediğini bilmiyordu, sadece hayal ediyordu- ondan yaparım sana. Maria'm sana geldim." mi diyecekti? Maria'yı yeterince tanımıyordu bile.
"Cenazelerde ağlayanları görüp teselli edememek nasıl bir duygu Rahip Mihai?"
Rahip Mihai, ona yöneltilen soruyla ilgili değildi, etrafında dönenlerin hiçbiriyle ilgili değildi ki. Sadece O -büyük harfle- ilgisini çekiyordu. Soru tekrar yöneltilince kurduğu hayal dünyasından uzaklaştı ve gerçekliğe dönmek zorunda kaldı.
"Ah, inanın çok zorlanıyorum. Onları, ölenlerin iyi bir yere gittiğini söyleyerek avutuyorum ama kim bilebilir ki ölenlerin nereye gittiğini? Yalnızca Tanrı bizi yargılayıp da kitaplığındaki o özel bölüme koyabilir. Ben sadece emirleri yayan bir aracıyım, hepsi bu."
"Tanrı'nın kitaplığı" insanların yaşamlarıyla doluydu, sayfalarca, birbirinden farklı kitaplar. Peki Tanrı bu kitapları hiç açıp da okuyor muydu? Yarattığı, dünyaya gönderdiği, insanların neler çektiğini biliyor muydu? Savaşları, açlığı, sefaleti sadece kitabı ilginç kılması için mi yaratmıştı? Tanrı mıydı bu kitapların yazarı, yoksa sadece bir okur muydu?
"Anlıyorum Rahip Mihai, işiniz zor olmalı. Onca derdin arasında bir de insanların günahlarını dinlemek sizin için de kolay değildir."
Rahip Mihai, insanların günahını çıkarmayı seviyordu. İnsanlığın ne denli aciz olduğunu bir kez daha fark ediyordu. İnsanlar denildiği kadar aciz miydiler, yoksa Tanrı'nın kudreti insanlığı gölgede mi bırakıyordu? Tanrı o kadar güçlüydü de bizim mi haberimiz yoktu?

Rahip Mihai, çorbasından bir kaşık aldı ama hâlâ sıcak olduğunu fark edince üflemeye başladı. Herkes konuşmayı kesip gelen yemekleriyle ilgileniyorlardı. Rahip Mihai, sonunda herkes sustuğu için sevinmişti. Masada sadece o ve Maria konuşmuyordu oysa rahip buraya Maria için gelmişti.
"Yeni bir kitap yazıyordun ya, Maria, nasıl gidiyor?"
Rahip konuşma başlatmak için bu soruyu sormuştu ama gerçekten kitapla da ilgileniyordu.
"Düşüncelerimi açıklamakta zorlanıyorum açıkçası rahip bey. Romanımda zaman yolculuğunu nasıl anlatacağımı bilemiyorum doğrusu."
Zaman.Yaşamın ilerlediğini bir kanıtı. Peki zamanı kontrol edebilir miyiz? Edebilseydik herkes şuan kendi çıkarını gözeterek hareket ederdi. Peki şu an bile herkes zaten kendi çıkarını düşünmüyor muydu? Zamanın kontrolü gücü neyi değiştirecekti? Sadece şartları avantaja çevirecekti ve kendi çıkarını düşünenler sahiden bir şey elde edecekti. Hayatta bir şeyi kolay yoldan yapıyorsak çabalamanın anlamı neydi peki? Hedefe ulaşmak için ter dökmüyorsak sonunda nasıl ödül kazanacağız? Önce koşup sonra dinlenmeli insan. Sürekli yatarsa bu dinlenme değil, bilhassa, alışkanlıktır. Alışmıştır kolaya insan. Bir baba çalışır, didinir, emek verir, yani koşar, terler. Sonra oğlu gelir mirasa çöker. Koşmadan elde edilen başarım haz verir mi? O çocuğun mutluluğu alışkanlığıyla, hayata kolaydan başlamasıyla asla empati kuramayacak olan işçilerin mutluluğuyla bir miydi? Zamanın yönetimi kimlerin ellerindeydi? Aşkın da zamanı var mıydı? Rahibin zamanı ne zaman gelecekti?

Rahip ve Maria sohbet etmeye başlamışlardı. Konu kitaplardan, zamana, zamandan, aşka gelmişti. Rahip biriyle derin sohbetler etmenin özlemini gideriyordu. Maria'ydı özlemini gideren kişi ama aynı zamanda bu hasreti de yaratan kişiydi. Yokluğuyla özlemleri yaratan aynı zamanda varlığıyla bu özlemi gideren kişiydi. Rahip boşuna aşık olmamıştı Maria'ya. Maria'da bir anlam vardı, bir duygu, fikir. Bu fikir rahibin zihninde yankılanıyordu. Aşık olma fikri, her sabah biriyle uyanma fikri, yalnız olmama fikri. İyi de rahip yalnız değildi ki, Tanrı'sı vardı onun yere göğe sığdıramadığı. Tanrı'ydı her sabah birlikte uyandığı, Tanrı'ya olan sevgisiydi tüm aşıkların duyduğu aşkın temeli.
Ama rahip hâlâ yalnız hissediyordu, insan materyalist bir canlıydı ve dokunabileceği, hissedebileceği bir bedene ihtiyacı vardı. Tanrı'ya sarılamazdı insan. Tanrı'ya ne kadar yalvarsan da onunla oturup sohbet edemezdin. Bundandır rahibin yalnızlığının sebebi. Bundandır Tanrı'ya başkaldırıp aşkı en derinlerinden hissetmesi.

"Peki siz nasılsınız rahip bey, geçenlerde bir kaza olduğunu duydum. Genç bir çocuk ölmüş ve siz de oradaymışsınız."
Yine mi bu konu diye düşündü rahip. Öldüyse ne olmuş yani? Tanrı onu tek gidiş olarak göndermedi ki dünyaya, elbet geri Tanrı'ya dönecekti. Bizler de döneceğiz, herkes dönecek. Önemli olan bu yolculukta Tanrı'yla ne kadar iyi anlaştığın. Tanrı'yla aran iyiyse yolculuğunda rahat bir koltuk seni karşılar, eğer kötüyse ayakta gidersin. Tanrı'yı ne kadar dinlersen o kadar iyi bir yaşam sürer, uzun bir hayat yaşarsın.
Ölen çocuk ise bir sapkındı ve uzun bir hayat yaşayamadı neticesinde. Maria'nın bu konuyu açması rahibin sinirini bozmuştu çünkü artık ölenlerle değil yaşayanlarla hayatına devam etmek istiyordu.
"Evet, evet. Bir kaza oldu ve çocuk kaldırıma kafasını çarpıp vefat etti. Cenazesinde ben dua okutmuştum. Ailesiyle tanışma fırsatım oldu, çok neşeli ve saygılı insanlardı. Çocuklarının serseri olmasına şaşırdım doğrusu. Aman neyse canım, şu güzel sofrada bir sapkının hayatını mı konuşacağız?" sahte bir gülüş fırlatmıştı etrafa. Masadaki biri söze daldı:
"Ayıp ediyorsunuz rahip bey. Bir sapkınla inançlının hayatı eşit değerde değil mi diyorsunuz yani?"
Rahip konuşan kişiyi tanımıyordu bile ama aşağılık biri olduğunu düşünmüştü.
"Affınıza sığınarak soruyorum: siz kimdiniz acaba?"
"Ben İlyas, on yıldır genel cerrahım ve buradaki baş konuklardan biriyim."
Rahip hâlâ onu aşağılık buluyordu, önce masadaki mumlara baktı, sonra da İlyas denilen adama.
"Tanrı, kitabını biz inançlılar için indirmedi sadece Doktor İlyas Bey. Sapkınların ihanetine uğrayan Tanrı, sinirini böyle canlarını alarak belli ediyor işte. Hak ettiklerini buluyorlar yani merak etmeyin."
Doktor İlyas, çileden çıkmıştı. Görevi olan doktorlukta her yaşam eşit değerdeydi ve her kişiyi kurtarmak onun için bir yaşam amacıydı.
"Bakın rahip bey, ben bir doktorum ve sizin sapkın dediğiniz insanların da hayatlarını kurtarmak benim şerefim ve onurumdur. Sizin sapkın dediğiniz insanların hayatlarını kurtaramazsam eğer onurum kırılmış demektir. Siz insanları vaazlarınızla dine çekerken ben yaşam kurtarıyorum. Peki söyleyin bana. Tanrı, benden mi razı, sizden mi?"
Rahip Mihai, adamı ciddiye bile almıyordu ve cevap dahi vermek istemiyordu ama bu dediklerinin altında kalamazdı.
"Bakınız, doktor bey, ben bir rahibim ve insanları dinde birleştirmek benim görevim. Sapkınları ne kadar denesem de dine çekemiyorum, peki bu benim suçum mudur, yoksa inançsızlığıyla onların mı?
Tabii ki onların suçudur! Tanrı'nın verdiği cana saygısızlık ediyorlarsa, Tanrı da o canı onlardan alır."
Doktor, kendisine saygısızlık edildiğinin farkına vardı ve masayı terk etti. Herkes rahip ve doktorun tartışmasını izlemişti. Kimileri doktoru, kimileriyse rahibi haklı buluyordu. Rahibin düşündüğü tek şeyse Maria'nın fikriydi ama o susmuş etrafı izliyordu. Ona ne düşündüğünü soramadı. Vereceği cevaptan korktu belki de. Maria'nın gözünde -öyle olmasına rağmen- faşist bir muhafazakâr gibi görünmek istemiyordu. Rahip de masayı terk etti ve herkesin keyfi bozulmuştu. Rahip soğuk ve karlı gecede sinir yüklü bir şekilde evine doğru yola koyuldu.

Yaratılış Sancısı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin