Bilgisayarının başına oturmuştu ama aklından hiçbir düşünce geçmiyordu. Kitabının konusu; her yüzyılı ziyaret edip bilgiler edinerek insanların toplumda ne kadar medenileştiğini anlamaktı. Baş karakter bir bilim adamıydı ve yanında da psikoloji okuyan bir çırağı vardı. Çırağıyla birlikte zamanda geriye gidiyorlardı ve notlar alıyorlardı. Ama bir hata yapmışlardı. Taş devri çağına girdiklerinde insanların saldırısına uğradılar ve zaman makinelerini insanlar ele geçirdi. Böylece insanlar şu anki yüzyıla gelip toplumun huzurunu bozmaya başladılar.
İnsanlar ilk yaratıldıklarında nasıl bir zihniyete ve ahlaka sahipti bunu görmüşlerdi. Ahlakları gelişmemişti, hala hayvansı ve vahşi davranışlar sergiliyorlardı. Değişmeyen tek şey temel ihtiyaçlarıydı. Onlar da acıkıyordu, üşüyordu, barınmaya ihtiyaçları vardı. Bunun dışında her şey farklıydı. Dini inançları olmadığından basit kurallar dışında pek bir kurala tâbi değillerdi. Bir kabiledeki yemeği çalamazdın ama o kabiledeki kızla rıza olmadan birlikte olabilirdin.
Yaşadığımız yüzyılda oluşturduğumuz kurallar bize bir günde gelmemişti, insanların ihtiyacı olan şeylere göre şekilleniyordu bu kurallar. Özellikle din, insanların ihtiyacı doğrultusunda oluşmuştu. İnsanlar korkuyorlardı, çok korkuyorlardı. Gök gürlüyordu, şimşek çakıyordu, insanlar ağlıyordu, sığınacak bir yuva arıyorlardı. O yuvayı onlara birinin verdiğine inanmak istiyorlardı. Kendileri çok güçsüzdü, bu yüzden sonsuz kudrette bir tanrı yarattılar. Bu tanrı onları koruyacak, ödüllendirecek ve gerektiğinde cezalandıracaktı. Bu dini, kabileleri yönetenler bulmuştu. İnsanları en iyi yönetmenin yolu onları korkutmaktı ve umutlandırmaktı. İkisini aynı anda yalnızca bir tanrı yapabilirdi. Sizi hem umutlandırır hem de korkuturdu ve siz hâlâ ona inanırdınız. İnsanlardaki inanma ihtiyacı hiç değişmemişti ta ki yirmi birinci yüzyıla kadar. İnsanlar artık bir inanca ihtiyaç duymuyordu. İhtiyaçları olan şeyleri kendi çabalarıyla başarıyorlardı ve artık korktukları şeyleri anlamlandırabiliyorlardı. Tanrı inancı yaşadığımız yüzyılda son bulmuştu ve tanrı artık batan bir gemiydi. Bu gemide hâlâ ona inananlar vardı ve battıklarının farkında değillerdi. İnanç, onları giderek denizin dibine sürülüyordu. İnsanlar, küçücük bir umut kırıntısına bağlanarak devasa kayıplar veriyorlardı. Gemiyi inşaa eden ilk insanlar, geminin temelini sağlam atmamışlardı. Yıllar içinde gemi paslandı ve çökmeye başladı. İlk insanlar bu gemiyle adalar arasında yolculuk yapıyorlardı, bu geminin üstünde balık tutuyorlardı, tek sahip oldukları şey bu gemiydi.
Zamanın kontrolünü ellerine alan ilk İlk insanlar, yüzyıllar arasındaki yolculuklarda insanlardan bir sürü şey öğrendiler. İnsanların çabuk kavrayan beyinleri, diğerlerinin konuştukları dili öğrendi ve kültürler arası etkileşim sağlandı.
Artık yemeklerini elleriyle değil, çatal bıçakla yemeyi öğrendiler. Kadınları doğurgan bir hayvan gibi görmemeye başladılar. Vücutları iri ve tüylerle kaplıydı. Günümüz dünyasından epey uzak oldukları tek bakışta anlaşılıyordu. Bilim adamı, onları bulundukları yere geri götürmeyi başardı ama bu sefer de oraya uyum sağlayamadılar. İlk başta insanlarla konuşmaya çalıştılar ama diğerleri hırıltılarla karşılık verdi. İki ayakları üzerinde duruyorlardı ve elleri yere basmıyordu, diğer insanlar bunu garipsediler. Yeni avlanma aletleri geliştirdiler ve bulundukları kabile onları ödüllendirdi. Ama içlerinde hâlâ yolculuklarında gittikleri yüzyılın özlemi vardı.
Medeniyet denilen şey, yer yerine sofrada yemek yemek miydi? Bizim ilk insanlardan farkımız neydi? Onlar gibi içgüdülerimizle yaşıyorduk ama bu içgüdülerimizi kontrol eden ahlâk kuralları yaratmıştık. Onlardan farkımız, yaptıklarımızın sonuçlarını ödeme zorunluluğumuz olmasıydı. İnsanlar yıllar geçtikçe farklı kuralları benimsiyorlardı. Bugün yasak olan, diğer gün serbest oluyordu. Değişen ahlâk kurallarına uyum sağlamak ne kadar da zordu! Kendi kendimizi kısıtlıyorduk ve kimse de buna başkaldırmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaratılış Sancısı
General FictionVaroluşumuzun bir işkence olduğu apaçık ortadadır, peki Tanrı'nın isteği acı çekmemizse? Rahip Mihai, hayatını insanlara adamıştır ve başına gelen bir olay sebebiyle insanlara yardım etmenin onları öldürmek olduğu kanısına varmıştır. Kendi zevkleri...