"Herkesin peşinde koştuğu amacı merak ediyorum rahip bey. Nedir sizi bu kadar heyecanlandıran? Ben ise amaçsız bir köpek gibi kuyruğumu kovalıyorum. Bir amacım yok ve kuyruğum peşimde dolaşarak dikkatimi dağıtıyor. Benliğimden kaçamıyorum. Kuyruğum, bedenimin bir parçası ve ben bu parçayı yakalayıp koparmak istiyorum. Neden kovalıyorum? Sonunda kuyruğumu yakalıyorum. Bu sefer onu ısırıp kanatıyorum, neredeyse kopacak. Neden bunu yapıyorum rahip bey, neden?"
Rahip, Adam'ın kendisini bir köpeğe benzetmesinden onun ne kadar sadık olabileceğini hayal etti. Sadık bir köpek. Ona taş da fırlatsan peşini bırakmaz ve attığın taşı sana getirir ki bir daha onun canını yakabilesin. Sadık köpekler böyledir: Kendi kendilerinin sonunu getirirler. Sahiplerini onlara tapacak kadar severler. Sahiplerinin kim olduğuna bakmazlar. Onun "aferin oğluma" demesi için kırk takla atarlar ama sahip bunu söylemek yerine köpeği tekmeler, köpek ise kuyruğunu dikeltmiş, sevgiyle bir sonraki emiri bekler. Bu böyledir.
"Evladım, sen kuyruğunu kovalarken asıl istediğinin ne olduğunu bilmiyorsun. Sana bir sahip lazım. O sahip senin Tanrı'ndır. Onun emriyle attığı sopayı ağzına alır, ona geri getirirsin, o da sana başka bir emir verir. Hayatın amacını efendimiz yüzyıllar önce kitapta anlatmış.
İnsanlar, hayvanların en vahşisi, en vurdum duymazı, en isyankarıdır. O yüzden dizginlemek için Tanrı emirler göndermiştir, bu da yetmemiş kendi oğlunu elçi olarak yollamıştır. Sen hayvanlığını kaybetmedin biliyorum. İçinde hâlâ o ilkel kalıntılar yatıyor. Ama sadık bir hayvansın, efendini bil yeter."
Efendisi kimdi? Herkesin bahsettiği, peşinde koştuğu, önünde eğildiği kudretli Tanrı mıydı? Bu olamazdı, neden olsundu ki? Kendi efendisini kendisi seçebilmeliydi. En azından bu özgürlüğü tatmalıydı. O an aklına Luminita geldi. Onun güzel gözleriyle büyülendiği ilk anı düşündü. İlk kez bankta karşılaşmışlardı, yoksa onu başka bir yerde daha görmüş müydü?
Luminita, onu barınakta terk edilmiş yavru bir köpekmişcesine sahiplenmişti. Ona sevgi vermişti. Adam da kuyruğunu sallamaya başlamıştı. O zaman kuyruğunun farkına varmıştı. O zaman kovalamaca başlamıştı. Sonsuz döngünün başlangıcı barınağı terk ettiği zamandı. Luminita onu özgürleştirmiş miydi yoksa ona bir tasma mı hediye etmişti? Adam'ın ısırdığı kuyruğunun tadı acımsı bir çürüklükteydi. Uzun zamandır barınakta yalnız başına çürümeye bırakılmış bedeniyle baş başaydı. Ama şimdi kendisine bakması gerekiyordu. Her gün tıraş oluyordu, duş alıyordu, yeni giysiler giyiyordu. Ne yaparsa yapsın çürümüş kokusu üzerinden gitmiyordu. Evcilleşmesi için zaman lazımdı. Ev ortamına alışamamıştı henüz. Bir kadının şefkatini hissetmeyeli uzun zaman olmuştu.
"Anladım, teşekkür ediyorum rahip bey. Sizinle konuşmak beni her zaman rahatlatıyor. Gerçek babamdan daha çok babam gibisiniz. Bu yüzden size peder diyoruz ya."
Adam kabinden çıktı ve Luminita'yı görmek için çalıştığı kafeye doğru yola koyuldu. Onu her gördüğünde heyecanlanıyordu. Ona ne diyeceğini bilmiyordu. Gitmese miydi? Ne diyecekti ki? Hayatında ilgi çekici hiçbir şey yoktu. Konuşacak konu bulamıyordu. Sıkıcı bir rutini ve karakteri vardı. Oysa Luminita her zaman ışıl ışıl parıldayan bir karaktere sahipti. Adam'ın çürümüş tenine kıyasla içi dışı tertemiz bir kadındı. Bunları düşünürken kafeye gelmişti bile. Kapıyı açtı. Kapının zili çaldı. Gözleriyle onu aradı. İnsanlara servis yapıyordu. İçeri geçti ve bir masaya oturdu. Dakikalarca oturmuştu ve en sonunda Luminita yanına gelmişti.
"Ne alırdınız efendim?"
Adam böyle bir resmiyetle karşılaşınca şoke olmuştu. Neden onu tanımıyormuş gibi davranıyordu?
"Şekersiz sütlü bir kahve alayım ve de müsaitseniz bir kaç dakikanızı."
"Efendim, anlayamadım? Üzgünüm ama müşterilerimizle samimiyete girmemiz yasak. Kahvenizi hemen getiriyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaratılış Sancısı
Ficção GeralVaroluşumuzun bir işkence olduğu apaçık ortadadır, peki Tanrı'nın isteği acı çekmemizse? Rahip Mihai, hayatını insanlara adamıştır ve başına gelen bir olay sebebiyle insanlara yardım etmenin onları öldürmek olduğu kanısına varmıştır. Kendi zevkleri...