Boşluğa düşüyordu, karadelik onu içine alıyordu. Nefesi daralıyordu. Annesiyse onu uzaktan izliyor ve hiçbir şey yapamıyordu. Annesine bağırdı, elini uzattı. Ama annesi hiçbir şey yapmıyordu, sadece uzaktan ona tebessüm ediyordu. Bir çan sesi duyuyordu. Bu çan yaşamın bittiğinin göstergesi miydi, yoksa yeni bir yaşamın başlama zili miydi? Ayağının banktan düşmesiyle uyandı. Banka bir kadın oturmuştu ve Adam sadece uyanık olmanın sersemliğiyle ona bakıyordu.
"Biliyor musun rüyanda sayıklıyorsun"
Adam, kadının ne dediğini anlayamıyordu. Çarpıcı bir rüyadan yeni uyanmıştı ve annesinin yokluğunu hissediyordu hâlen.
"Öyle mi? Ne diyordum peki?"
"Anne. sadece bunu dedin bir iki kez."
Adam anne lafını duyduğu anda rüyanın etkisinden çıkmıştı.
"Rüyamda anneme ulaşmaya çalışıyordum da onun için anne diye sayıklıyorumdur."
"Ben Luminita, buraya şehir dışından geliyorum ve bir yeni arkadaş edinmenin hiçbir zararı olmayacağını düşünüyorum."
Yeni bir arkadaş. Adam'ı yalnızlığından çekip çıkaracak olan bu kadın mıydı?
"Neden bir bankta yatıyordun, evin yok mu senin?"
Adam bu soruya nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Peşini bırakmayan hayali bir duvar ve tavandan kaçtığını söyleyemezdi.
"Babam'la uğraşmaktan bıktım artık, onun yüzünü görmemek için günlerimi bu bankta geçiriyorum."
Luminita anlar gibi başını salladı ve o sırada Adam'ın bileğindeki kesikleri fark etti.
"Ne o, hayattan zevk almıyor musun? Neden kendimi öldürmeye çalıştın?"
Adam bu soruya ne diyeceğini de bilmiyordu. Varoluş sancısından kurtulmak istediğini mi söylemeliydi?
"Bilmiyorum doğrusu. Sadece artık zamanımın geldiğini hissediyordum. Bu dünyada daha fazla bir şey deneyimlemek istemiyorum ve mutsuzluğumla baş etmek gittikçe zorlaşıyor."
"Mutsuzluğunu giderecek olan bir kahraman falan mı bekliyorsun yoksa? Unut onu dostum, gelmeyecek. Seni yalnızca sen kurtarabilirsin, yalnızca sen bu mutsuzluk duvarını yıkabilirsin. Kimse gelip de ellerinden tutmayacak."
Adam çok yorgundu ama Luminita'nın söylemeye çalıştığı şeyi anlıyordu. Anlamak yetmiyordu, harekete geçmesi gerekiyordu.
Mutsuzluğunun sebebini kendisi mi yaratıyordu? Annesi ayaklarının yere sağlam basmasını istiyordu oysa onun dizleri yükünü taşıyamayacak kadar titriyordu. Sanki Dünya'yı sırtlayan Atlas* değil de kendisiydi
"Bir adam peşimde, kimdir, nedir, ne ister benden bilmiyorum. Tehlikeli birisi, belki de beni öldürmek istiyordur. Sanmıyorum, yaşamım o kadar değerli değil. Benden hevesimi istiyor olmalı çünkü benim için en kıymetli olan yaşama hevesimdir. Onu yitirmek üzereyim. Adam bana yetişecek, daha hızlı koşmalıyım. Tanrı elimden tutmalı ve beni göklere uçurmalı ki izimi kaybettirebileyim. Ama bir de baktım ki peşimdeki adam aslında Tanrı'ymış! Ümit beklediğim varlık beni sömürüp bitirenle aynıymış! "
Yaşama hevesini yitirmemişti henüz ama yitirmeye çok yakındı.
"Tanrı'dan neden ümit bekliyorsun ki? O sadece senin yaratıcın, bu hayatta sana yardım edebilecek birisi değil yani. Kaderini falan da O yazmadı, sen yeni baştan bir hayat yaşıyorsun ve geleceğini şu anda yapacağın eylemler belirliyor."
Şu an denen şey aslında yoktu. Her geçen saniye şu anı öldürüyordu. Eyleme geçmek için şu an yeterli değildi çünkü hayatını düzenlemek için her geçen saniye daha da geç kalıyordu.
"Tanrı'yla olan derdim bitmiyor Luminita Hanım. Beni istemediğim hâlde bu dünyaya fırlatıyor sonra da kendi başıma idare edebileceğimi mi düşünüyor yani? Ben zavallı, ezik büzük bir çocuğum. Daha ne kadar olgunlaşmam gerek bilmiyorum, ben daha çocuğum. Yaşamımın henüz başlatma düğmesine tıklamadım ve tıklamaktan da korkuyorum. İnsanın başına gelebilecek en iyi şey hiç doğmamış olmaktır, ikinci en iyi şeyse yaşamını yitirmektir. Ben artık yaşamımı yitirmek istiyorum. Varoluşum bir hataydı ve telafi edecek hiçbir özür yok."
Luminita, Adam'ın düşünce tarzına çok uzaktı. Hayat yaşamaya değerdi ve herkes hayatı için çabalamalıydı. Çaba hayattaki en önemli şeydi ve çabalamayan kimse amacına erişemezdi. Luminita her gün bir önceki günden daha iyisi olmak için çabalıyordu. Kitaplar okuyor, filmler izliyordu, her gün olmasa da kendince resimler çiziyordu. Babası onu her ne kadar desteklemese de babasına bakmak için her sabah pastaneye gidiyor ve garsonluk yapıyordu. Babasıyla arasının iyi olmasını istiyordu. Ne de olsa bu dünyada sahip olduğu sayılı şeylerden birisi babasıydı. Küçükken onunla dondurma yemeye giderdi ve parkta salıncakta onu sallardı. Bir babanın yapması gereken şeyleri seve seve yapardı. Ama işler Luminita on dört yaşına girince değişmişti. Babası artık onunla vakit geçirmiyor hatta her konuda onu eleştiriyordu. Kıyafetıne karışıyor, seçeceği derslere karar veriyordu. Suratı her zaman asıktı ve Luminita ona sarılmaya çalıştığında kollarını bile ona sarmıyordu. İşler aslında annesi ölünce değişmişti. Babası her geçen gün içindeki sevgiyi öldürüyordu. Etrafa sevgisini ve hislerini saçması gerekirken içinde kurutuyordu. Luminita babasının içinde hala sevgi kırıntısı olduğunu biliyordu ve onu yeşertmek için elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Luminita her şey için hevesli bir kızdı. Yeni aldığı elbiseleri mutlulukla giyer, etrafın verdiği ilgi hoşuna giderdi. Yalnız babası ona ilgi vermiyordu, ama onun istediği tek şey babasının ilgisi ve onayıydı.
"Yanılıyorsunuz, bay...?"
"Adam."
"Yanılıyorsunuz Bay Adam. Hayattaki varoluşumuz anlamsız olsa da bu anlamı bulacak olan bizleriz. Her şeyden mutlu olabilmeliyiz. Biliyorum, hayat acımasız ama asla nankör değil. Sen ne kadar çabalarsan karşılığını o kadar alırsın, hayat asla nankör değildir. Bizler hayattaki amacımızı bulmak için etrafı ve en çok da kendimizi tanımalıyız. Kendini bilmeyen hayatı bilemez ne de olsa. Hayata kendi penceremizden bakıyoruz ve bu pencereyi temizlemezsek etrafı bulanık görürüz. Peki söyleyin bana en son ne zaman kendinizle oturup muhabbet ettiniz, sevdiğiniz şeylerden konuştunuz?"
Adam kendisiyle çok da iyi anlaşamıyordu. Daha doğrusu kendisine katlanamıyordu. Neyi sevip neyi sevmediğini bilmiyordu. Artık o kadar yalnızlaşmıştı ki konuşacak kelimeleri doğru düzgün seçemiyordu. Kendisiyle arasını nasıl düzeltmesi gerektiğini bilmiyordu. Sürekli kendisiyle vakit geçirmesine rağmen sadece bakışıyorlardı o kadar.
"Luminita Hanım ben kendimi çok da iyi tanımıyorum doğrusunu söylemek gerekirse. Kendimle oturup hiç konuşmam veya sohbet etmem. Belki de bundandır etraftaki anlam arayışım. Daha kendimi anlayamıyorum ki etrafa odaklanayım. Kendimi insanların gözünden görüyorum, onlar bana sessiz diyorlarsa öyleyimdir, onlar bana çok konuşuyorsun diyorlarsa çok konuşuyorumdur. Peki gerçek nedir, gerçekte nasıl biriyim? İnanın bana bilmiyorum. Birinin benim hakkındaki düşünceleri beni yaratıyor. Asıl "ben" nasıl biridir, ne ister bu hayattan, neden böyledir. Bilmiyorum."
Kişi kendini nasıl tanıyabilirdi? Kişiyi o kişi yapan neydi veya kimdi? Etrafındakiler kişiyi yaratırdı. Kimin yanındaysak ona göre şekilllenirdik. Peki yalnız başımızayken de birileri bizi izliyor gibi davranmamızın sebebi neydi?
"Bu yüzden hayattaki anlam arayışınız bitmiyor Adam Bey. Çünkü daha ne istediğinizi bilmiyorsunuz ki. Bir an önce notlar almaya başlayın hayatınız hakkında. Etrafınızdaki olaylar hakkında ne düşündüğünü yazın. O gün ne hissettiğinizi yazın. Sizi üzen, mutlu eden şeyleri yazın. Yeter ki yazın, bu sizin kendinizi tanımanıza yardım edecektir."
Adam daha önce hiç hissetmediği bir şey hissetmişti Luminita'ya karşı. Bu hissin ne olduğunu veya neden olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği Luminita'nın dizlerine yatıp o saçıyla oynarken uykuya dalmak istemesiydi. Belki de kirlerinden bu uyku sayesinde arınacaktı. Ya da bu uyku sayesinde hiç olmadığı kadar uyanık olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaratılış Sancısı
Ficción GeneralVaroluşumuzun bir işkence olduğu apaçık ortadadır, peki Tanrı'nın isteği acı çekmemizse? Rahip Mihai, hayatını insanlara adamıştır ve başına gelen bir olay sebebiyle insanlara yardım etmenin onları öldürmek olduğu kanısına varmıştır. Kendi zevkleri...