Medya: Aoron'nun av kıyafeti
Ok karşıdaki hedef tahtasını delip geçerken kumaşı yırtan sesi tüm odayı doldurdu.
"Bu iyiydi efendim."
Gülümsedim ve Brent'e döndüm. "Biliyorum."
O da güldü ve "Asıl kibirlinin siz olmadığına emin misiniz efendim?"diye sordu.
"Hey, kimse o ukala imparator kadar kibirli olamaz. İnan bana."dedim ve tirkeşimden bir ok daha çıkarıp yayıma yerleştirdim.
Ok yine hedefi tam on ikiden vururken bir alkış sesi duydum.
"Vay canına, süpersin kardeşim."
"Sağol abi, neden sen de bize katılmıyorsun. Kütüphaneye tıkılmaktan sıkılmadın mı?"
Soruma karşılık vermeden önce gri saçlarını gözlerinin önünden çekti. "Hayır, sıkılmadım. Bu şeylerden daha eğlenceli."
"Kabul et. Orda sadece kitap okumuyorsun. Bana ne yaptığını söyle."derken yayımı bir kenara bıraktım ve onunla dinlenmek için konumlandırılmış banklardan birine oturdum.
Göz devirdi Cristian ve "Orda başka ne yapabilirim Efran?"diye cevap verdi.
Ona bir süre kuşkuyla baktım. Sonunda gözlerimi ondan çekip "Şimdilik seni rahat bırakacağım."dedim.
"Eee, çalışmaların nasıl gidiyor?"diye sordu omzuma hafifçe vururken.
İç çektim. Şu anlık büyü çalışmalarım dışında her şey iyi gidiyordu. Şu ana kadar parmağımı buza çevirmekten başka bir şey yapamıyordum ama bu bile iyi bir gelişmeydi.
"Sanırım şimdilik iyi gidiyor. Sadece biraz yavaş."
"Hey, hey, hey. Daha yeni başladın. Bu bile büyük bir gelişme."
Başımı sallayarak onu onayladım. Bana bir şey merak ettiğinde takındığı bakışı attı ve "Söylesene, neden birden buna karar verdin?"diye sordu.
"Neye karar verdim?"
"Hadi ama. Bilmemezlikten gelme. Her sorduğumda aynı cevabı veriyorsun. Biliyorsun işte, Aoron olayı, büyü olayı falan."
Ona baktım ve içimdeki her şeyi gözlerimden okumasını umdum bir süre. Ama bir büyücü değildi. Bunu yapamazdı.
"Seni bu kadar üzen ne?"
Sanırım gözlerimdeki hüznü okuyabilirdi.
Hüzünlü olmamın sebebi kesinlikle önceki dünyayı falan özlemem değildi. Üzüldüğüm şey onlardı. Onları kandırdığım için üzülüyordum ve bir yandan, bir anda üstüme yüklenen sorumluluklar beni yıpratıyordu. Ama bunu ben seçmiştim. Bu yüzden katlanmak zorundaydım.
Ona sadece gülümsedim. Aklımdakileri maskeledim. Sırlarım bir süre daha benleydi.
"Sadece zorlanıyorum. Hepsi bu. Sorumluluklar ağır gelebiliyor."
"Ağır geldiğinde ara ver kardeşim. Bazen arkadaşlarınla buluşmayı dene."
Ona gülerek "Sanki dostum varmış gibi..."dediğimde omzuma omzuyla vurdu.
"Hey, şu arkadaşların vardı hani. Leydi Anne ve leydi Rachel. Onları çay davetine davet etmeyi dene."
Başımı aşağı yukarı sallarken"Sanırım haklısın. Biraz kafamı dağıtmama ihtiyacım var."dedim.
Gülümsedi ve biraz daha sohbet ettikten sonra yanımdan ayrıldı. Ben de eğitim alanında fazla oyalanmadım ve çalışan askerlere bir selam verdim. Hepsi başta beni yadırgasalarda çok geçmeden ne kadar çabuk geliştiğimi görüp bana saygı duyar olmuşlardı. Hem bende savaş zekası da yok değildi. Komutan olarak da otomatik olarak başlarında olduğumdan kendimi kanıtlamam gerekmişti. Çünkü askerlerin güveni olmadan bir ordu hiçbir işe yaramazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Celladımla Son Dans
FantasyMeşe gayet sıradan bir hayata sahipti. Ta ki kendini entrikalarla dolu okuduğu bir romanda bulana dek... Tabi ki hikayenin asıl kahramanı, güzeller güzeli Ashley olmamıştı. Bu fazla iyimser olurdu sanırım. O elbette romanın kötü ve imparatora aşırı...