10 - Gülhilal

137 23 42
                                    

Selamlarrrr!

Artık buradan da yazabilirim, bu bölümden sonra sadece 3 bölüm kaldı ve bunun şerefine şu ana kadar ki yazdığım en uzun bölüm bu oldu. Umarım okurken hoşunuza gider ve severek okursunuz. Bunca zaman da umarım aynı hislerle okumuşsunuzdur.

Artık geri sayım başladı maalesef :(

İyi okumalar♥

SON 3 BÖLÜM

-

Sapanca'nın o dönemeçli yolları bitmek bilmiyordu ve yanımda oturan Çağatay'ın gerginliğinin de hiçbir faydası olmuyordu. Onun endişeli ve korkmuş hali, arabanın içinde de bir gerilim oluşturuyordu.

Gideceğimiz yerde bizi ne bekliyordu? Neyle karşılaşacaktık? Ya da orada ne bulabilecektik? Bilmiyordum, ama Çağatay, sanki Gülhilal oradaymış gibi hissediyordu. Onun içindeki umutlar benimkinden daha büyüktü. Ben ise içimde daha karamsar düşünceler taşıyordum.

Karamsar düşüncelerimi özellikle ona yansıtmaktan kaçınıyordum, çünkü onun da benim kadar karamsar olması, bu yolculuğun boşuna olduğu anlamına gelebilirdi. En azından birimiz umutlu olmalıydı.

Yolun her iki tarafı ağaçlarla kaplıydı ve göl yanı başımızda yolculuğumuza eşlik ediyordu. Ara sıra arkamı kontrol etmek için pencereden bakıyordum, sanki yaptığımız şey yasa dışı bir şeymiş gibi hissediyordum, ve her an polis tarafından takip edileceğimizi düşünüyordum.

Karamsar düşüncelerimi bir kenara bırakarak, Çağatay'ın beni adımla çağırması dikkatimi dağıttı. Adımı böylesine net bir şekilde söylediğini duymak şaşırtıcıydı.

"Alya... bu yoldan," dedi, ve gösterdiği yöne döndüm. Bu yolda ilerlemek ne kadar akıllıca olduğunu bilmiyordum, ancak yıllardır yaşamayan ve birdenbire hayata dönen yaşlı bir adam, geçmiş anılarına dayanarak bu rotayı seçmişti.

Etrafta kafeler, yeni inşa edilmiş bungalovlar gibi yerler vardı, ama Çağatay'ın yönlendirdiği rotanın sonunda kalabalık yok olmaya başladı. Sırasıyla marketler, fırınlar, bungalovlar kayboldu ve geriye yalnızca ağaçlarla kaplı bir yol ve göl kaldı. Bu kadar belirgin ve spesifik bir yol seçmiş olması içimdeki umudu büyütüyordu.

Burada neredeyse hiç insan yoktu, hatta hiç yoktu gibi görünüyordu. Belki gölde hala yaşayan balıklar vardı, başka bir canlı göremiyorduk. Yolun sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiriyordu, çünkü bir süredir ne bir araba ne de başka bir insan görmüştük. Sokak köpekleri bile burada yoktu. Sadece biz vardık, ve bu yalnızlık hissi içinde nereye doğru gittiğimizi merak ediyordum.

Yanımdaki Çağatay'a baktım. Gözleri dolu doluydu, sanki yıllardır süren hasretiyle yolları anımsıyordu. Bu yolların onun için ne kadar tanıdık olduğunu hissediyordum. Kalbimdeki boşluk kendi kendine doluyor gibiydi.

Çok geçmeden bir ev gördüm. Göl kenarında, tatlı ve minik bir müstakil evdi. Göle iskelesi olan bu evi görmek her şeyi daha gerçek kılmıştı. Bu ev muhtemelen Çağatay'ın önceki yaşadığı yerdi ve şimdi yanımdaki adamın evine doğru gidiyorduk. Bu an, onun için muhtemelen çok daha anlamlıydı. Benim için de öyleydi ama onun hislerini tahmin etmek zordu.

Araba eve iyice yaklaştığında, evden çıkan oldukça yaşlı bir kadın gözüme ilişti. Beyaz, uzun saçları, yılların getirdiği yorgunlukla eğik omuzuyla dikkat çekiyordu. Bastonu elinde, sanki ona yeterince destek olamıyormuş gibi görünüyordu. Arabanın yaklaştığını duymuş olmalıydı, çünkü o da bize döndü. Arabanın sesi, bu izole dünyanın sessizliğinde oldukça yabancı bir öğeydi.

HeykeltıraşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin