Sabahın ilk saatlerinde ıssız sokakta yürüyordum. Elimde yeni içmeye başladığım sigaram ile Jungkook'u düşünüyor, acaba bugün de gelecek mi kafeye diye geçiriyordum aklımdan. Gelmesini çok istiyordum o kadar istiyordum ki belki bir umut o bakılmaya değer derin gözleriyle buluşurdu . Görmeliydim o berrak yüzünü. O karanlık gözlerine bakmaya çalışmalıydım. Yapmalıydım... Fakat yapamıyordum! İçim gidiyordu ona ama onun gözlerinin karanlığı gitmiyordu gözlerimden. Olmuyordu.
Bu aralar fazlaca düşünüyordum onu. Onu düşünmek istemiyordum artık fakat aşıktım ona. Çok seviyordum. Aşkım belki biterdi ona ama sevgim... Sevgim bitmezdi. Zaten eğer sevgim bitseydi bu bir sevgi olmazdı.
Sarhoş gibi yürüyor, ayaklarım birbirine dolanıyordu. Sanırım sonunda düşünmekten delirmiştim. Eh! Olacağı buydu.
Sonbahardaydık. Biraz üşüyordum fakat ısınırdım birazdan. Durmadan yürüyordum. Kafeme doğru bildiğim yollardan yürüyor, yolun kenarındaki ilginç sonbahar yapraklardan birer tane alıyordum yanıma.
Küçük bir koleksiyondu bu. Küçük yaşlarımdan beri sevdiğim bir alışkanlıktı. Sonbaharın havasını çok severdim, hüzünlü ve şiirsel bir anlatımı vardı bana göre çünkü hiç dökülmeyen yapraklar sonbaharda dökülüyor, en güzel renk tonları bu mevsimde ortaya çıkıyordu. Benim için ayrı bir anlamı vardı. Belki de ben fazla anlam yüklüyor olabilirdim.
Kafemin önüne gelmiştim. Kilitli kapıyı açtım ve kahverenginin en güzel tonlarını bulunduran evimin içine doğru bir kaç adım attım. Kafenin içi dışarıya göre çok daha iyi sıcaklığa sahipti. Üşümüyordum artık.
Kafeyi tek başıma yönetiyordum fakat bana yardımcı olan hyunglarım ve işe aldığım kişiler sağolsun büyütmüştük kafeyi. Bazen anlaşma yapmak ve reklam çekmek için teklifte bulunuyorlardı fakat istemiyordum çünkü bana göre fazla gereksiz ve abartılı geliyordu.
Kafeme sevgim ile bakıyordum çünkü bu benim çocukluk hayalimdi. Çok çok küçüktüm. Tam olarak hatırlamıyorum ama kafe açmak istediğimi hatırlıyordum. Geçmişim benim için çoğu anıyı silmişti. Ne kadar zorlarsam zorlayayım hatırlayamıyor, bazen başıma ağrılar giriyor, başım dönüyordu. Geçmişe dair çokça silik şeyler vardı fakat küçük birer kesitten ibaretti hepsi. Hatırlamak güçtü. Hatırlatmak daha fazla güç istiyordu.
Benim gücüm yoktu.
Bar tezgahı gibi olan,kahveleri servis ettiğim ve hazırlayıp getirdiğim, bazen ise kimse yokken kafa dağıtmak için kendime kahve yapıp oturup şiir yazdığım yerdeydim. Başladığım yere geri dönmüştüm.
İşte başladığım yerde, sensizdim fakat seninle son bulmaya razıydım.
Oturduğum yerden kalkıp bir çırpıda kendime kahve yapmak için önlüğümü giydim. Ellerimi yıkadım, kuruladım ve kahvem için güzel bir hazırlık yaptım.
Şiir defterimi ve dolma kalemimi alıp yazmaya başladım. Mısralarımda aşktan, sevgiden ve kendimle betimlediğim bazı imgeler barındıyordu. Kalemim sanki sihirli gibiydi, elime alınca bırakamam zorlaşıyordu. Bu konuda şikayetçi bile değildim tabii ki! Şiir yazmak benim için bir terapi, anlatamadıklarımı bazı betimlemelerle kağıda yansıtması ve kolay anlaşılmasını sağlayan bir terapiydi. Kısaca en sevdiğim hobiydi.
Ellerimden tutup kaldır,
Yaralarımı öp.
Geçecekler inanıyorum.
Geçmezse de,
Öpüşün yeter.
Sen yeter ki!
Ellerimden tutup kaldır beni.•••
Hoseok hyung ve Seokjin hyung gelmişlerdi. Jimin ise biraz geç kalacağını söylemiş, acil bir işinin çıktığını belirtmişti. Umarım çok geç kalmaz ve çabucak gelirdi. Neyse ki hyunglarım yardıma gelmiş, halletmişlerdi çoğu şeyi. Hem ikisi de çok yakışıklı oldukları için müşterileri bizzat buraya çeken onlardı, ki ben de bu durumdan memnundum. İnkar edemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
No time to die | Tk
FanfictionKüçükken uğradığı saldırı yüzünden hatıralarını kaybeden Taehyung bir gün çocukluk arkadaşı ve aşkı olduğunu bilmeden aynı kişiye yani Jungkook'a hisler beslemeye başlar. "Sigaran olmak, o güzel dudaklarına değmek varken ben sadece sana uzaktan bakm...