Kulağıma doluşup bedenimi esir eden hıçkırık sesleri, acizliğimi vuruyordu gün yüzüne. Aslında aciz değildim, değildi hiç kimse. Ama kanatları yolunmuş bir kuş nasıl ki 'benim kanadım var, uçarım!' diyemiyorsa ben de aynı şekilde ses edemiyordum. Kırmışlardı kanadımızı daha yeni tüylenmeye başladığı vakit. Uçurmadılar, belki de uçurmaya cesaret etmediler. Biliyorlardı ki kadın dediğin bir devrim yıkar , yeni bir devrim başlatırdı. Kötülüğü silip, dünyayı iyilikle çiçeklendirirdi. Her daim dünyaya hakim olan erkek egemenliği biz kadınları ezmiş, hele yöremizde töre denen illet bizi bataklığın içine sürüklemiş, dilimize prangalar vurmuştu.
Konuşamıyorduk!
Hakkımız yoktu konuşmaya! Hakkımız yoktu özgürce dolaşmaya. Küçük bir kız çocuğuyken dahi alınmıştı elimizden pembe düşlerimiz. Sokak sokak dolanıp, ayaklarımıza kara sular inene kadar ip atlamadık mesela. Ayıptı! Günahtı! Annelerimizin dahi zihniyetine aşılamışlardı; "Kız kısmının sokakta ne işi var! " diyerek kısıtladılar. Biz hiç çocuk olmadık. Okula giderken dahi 'büyüyünce öğretmen olacağım, doktor olacağım' gibi hayallerimiz yoktu. Ama hayatımızı karartan, yıkılmaz bildiğimiz töremiz vardı!
Kız kısmı sokakta oynayamayacağı gibi, okuyamazdı da! Bunu da çok iyi biliyorduk!
Daha bu ne ki?
Gülüşümüz dahi çalındı elimizden bizim!
Hatırlıyorum da, daha küçücükken gece uyku tutmayınca sohbet edip gülüşüyorduk ablamla damda. Babam bir hışım gelip basmıştı tokadı yüzümüze.
'Gecenin bir vakti utanmıyor musunuz da dışarda gülüp duruyorsunuz, namussuzlar! Sesiniz nerelere gidiyor! Beni rezil mi edeceksiniz! ' diye inletmişti ortalığı. Nasıl da ağır gelmişti o cümle, o tokadın acısı geçmişti. Ama o kelime hala içimde bir yerleri kezzap dökmüşsün gibi acıtıyordu!
Namussuzlar!
Evet, biz daha o yaşta, ' namusun ' ne demek olduğunu da çok iyi biliyorduk! İyi aşılamışlardı. Batıda yaşıtımız kızlar oyuncak isimleri sayıp dururken; biz, fısıltı ile kaçak göçek çöpten bebeklerle oynar, namusumuza laf gelmesin diye yaşamdan soyutlanırdık. Diri diri gömülmekti bizimki...
Biliyor musunuz? Sevinirdik halimize deli gibi! Ağa kızıydık ya hani... İş güç yok, emrimizin altında çalışan bir sürü insan vardı. Konaktan bir çıktın mı, okula gidecek biz yaştaki bebeler ellerinde çapa tarla kazıp, ot yoluyorlardı. Ne bilelim esir hayatı yaşayıp, köle muamelesi görüyoruz!
Babamın gözüne bakarak konuşmamıştım hiç, nasıl da ayıp gelirdi! Oysa babaydı, babam... Babalara sarılınırdı, öpülürdü, koklanırdı. Sığınaktı baba, sırtınızı dayayacağınız dağdı. Bir kızın kanatlarıydı babası! Okuduğum kitaplar, izlediğim dizilerde hep böyleydi. Çok sonradan öğrendim babanın ne demek olduğunu. Eksikliğini çok sonra fark ettim iliklerime kadar!
"Dayanamıyorum Elbi! Söyle, git birşeyler yap ne olur! Ölüyorum Elbi... Kalbim eziliyor avuçlarımda. Cayır cayır yanan ateşe atıyorlar yardım et! "
Deli gibi ağlayıp hıçkırıyordu, hıçkırıyorduk....
Gözlerimiz bulut, göz yaşlarımız yağmur, oluk oluk yağıp ıslatıyordu bulut beyazı düşlerimizi. Canımdan, kanımdan olan insanın acısındandı çektiğim ızdırap... Ablam! Çaresiz haykırışları banaydı. Can parçam bana sığınıyordu şimdi. Küçük, kanatları yolunmuş kendi gibi çaresiz kardeşine... Siz düşünün düştüğü çaresizliği! Öyle ki düştüğü delikten, gece karası imkansızlıktan dileniyordu yardımı. Kalbim kan revan içinde...
Kan davası uğruna ölen ağabeylerimden sonra bir de ablamı veriyorlardı, kötülüğü, acımasızlığı ile dört bir yana nam salmış, it soyundan gelen Cihan ağaya. Daha yirmi üçünde olan ablam otuzbeşini geçmiş, iki çocuğu olan adama gelin gidiyordu, üzerine kefen biçilerek!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELBİ'NİN UMUDU
Ficción GeneralYüzüme inen tokatların acısı değil de ata dediğim insanın zalimce bertaraf ettiği hayatım yakıyordu canımı... Feryadım yalnız babama değil, hükmümü veren cahil zihniyete sahip herkeseydi. Yüreğimi gömen, bedenimi bir kan bedeline sayan soyumaydı is...