perşembe.

551 58 38
                                    

Kalbi aşk geçirmez, yarası zırhlıdır.
Gülüşünde bir şey var, hep içime dokunur.
Bir derdi var her halinden belli.
Anlatmıyor, anlatsa kurtulur.

.
.
.
.

26 Mayıs 2022

Dört gün. Dört gündür insanı dinlendiren o sesi tekrardan duyabilmek için telefon başında bekliyordum. Beni uyarmasına rağmen fakültenin, kütüphanenin çevresinde dolaşmış ancak onu görememiştim.

Bir taraftan da kendime kızıyordum, bir kez görmüştüm sadece onu. Değer miydi kendimi heba etmeye? Yine de kendimi alıkoyamıyordum işte düşünmekten, merak etmekten.

Yatağıma gelip patileriyle yüzüme hafifçe vuran kahverengi bir tüy yumağı dağıttı dikkatimi. Dört gündür kendimi, işlerimi ihmal ettiğim gibi miniğim Jefri'yi de ihmal etmiştim tabii. Evet Jeffrey değil, Jefri. Sokağımızın sahaf çırağı ufaklık Mert bulmuştu onu, yaralı bir yavru olarak, adını da o koymuştu. Ne yapacağını bilemediğinden elinde bu yavruyla koşa koşa "Zehra abla! Zehra abla!" diye bağırarak sokağın ta öte ucundan yanıma gelmişti.

11 yaşına kadar yetimhanede kalmış, sonrasında dayanamayıp kaçarak bizim sokağımıza yerleşmiş bir çocuktu Mert. Herkes onu çok severdi, ben de öyle. O da beni severdi, öz ablası gibi görür, bir derdi olduğunda çalacağı ilk kapı olarak görürdü beni.

Yerimden doğrulup perdelerimi açtım. Güneş kızıllașmıș, yavaş yavaş boğaza kavuşuyordu. Tüm günümü öylece düşünerek geçirmiştim demek ki. Jefri'nin başını sevdikten sonra mutfağa doğru adımladım, minik tüy yumağı da peşimden geliyordu. Mutfak dolabından mama poşetini çıkarıp pembe renkli kabına doldurdum. Anında yemeğe yumulmasına gülerek kahve yapmak için ısıtıcıya su koydum.

Suyun ısınmasını beklerken camdan sokağa bakıyordum bir yandan. Beyaz gömlekleri, siyah kumaş pantolonları ve ellerinde çalgılarıyla sokaktan geçen bir grup görünce bugünün perşembe olduğu geldi aklıma. Akşam Ali abinin meyhanesine uğramam gerek demekti bu. Ayrıca bana da iyi gelirdi, kafamın içinden çıkmayan kadını düşünmeye ara verebilirdim belki.

Kahvemi alıp odama, masamın başına geçtim. Dört gündür aksattığım işlerimi tamamlamak adına, yazılarımı düzenleyip yayınevine göndermek üzere dosyalamaya karar verdim. Kendimi bildim bileli yazmış olsam da hiçbir zaman cesaret edemedim onları kendi adımla yayınlamaya, gizlendim hep. Bir kez kırılmıştı çünkü bu işe olan inancım, güvenim. Yenilemesi zordu, bu yüzden yine anonim bir şekilde yayınlanacak olan birkaç şiiri bitirmeye koyuldum.

.
.
.
.

Nihayet işimi bitirdiğimde saat gece 1'i gösteriyordu. Yerimde gerindikten sonra masamdaki ağzına kadar dolu olan kültablasını ve boş kahve bardağını orada bırakmaya karar vererek dolabıma yöneldim. Kahverengi salaş bir pantolon ve aynı şekilde salaş beyaz bir gömlek geçirdim üzerime. Her ne kadar bahar aylarında da olsak ne olur ne olmaz diye siyah, kalın bir hırka da aldım yanıma. Ayakkabılarımı giyerken bana sürtünüp duran Jefri'nin başına bir öpücük bırakarak çıktım evden.

Meyhaneye girdiğimde her zaman oturduğum masaya yerleştim. Çok geçmeden Ali abi de yanıma geldi, garsondan bir servis istedikten sonra bana döndü tekrar,

"Hoş geldin Zehra kızım, daha erken bekliyordum seni."

"Vallahi işlerim çok birikmişti bu aralar, onları bitirene kadar anca geldim işte Ali abi." dedim gülümseyerek.

"Sen düşkünsündür işine, ertelemek huyun değil." o sırada garson bardaklara rakıları koymuş, su ekliyordu. Benim bardağıma yöneldiğinde elimi bardağın üstüne koyup "Şimdilik sek olsun." dedim. O da suyu bırakıp işine geri döndü. Önüme baktığımda Ali abi şüpheci bir şekilde bir bana bir bardağıma bakıyordu,

papatyalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin