not: italik yazılar 2023 yılına ait, hikaye aslında geçmişteki kesitlerden oluşuyor yani.
.
.
.
.Bir fincan sade türk kahvesi, canımın istediği kadar sigara, bazenleri de Taksim Meydanı'nda yalın ayak gezip simit satan çocuklardan aldığım simitlerle doyururdum karnımı, bugün sigara ve kahveyle yetiniyorum. Sonra siyah kabanımı geçiriyorum üzerime, malum İstanbul'un ayazı sadece soğuğu değil, her bir anıyı, varsa kalbinizin bir köșesinde duran o kișiyi de vurur yüzünüze. Hüznün verdiği huzurla çıkıyorum evden, son kez, papatyaları görmeye.
22 Mayıs 2022
Şimdiye kadar hiç kalbime dokunan, yaşadığımı hissettiren ya da ne bileyim, en azından Koca Çınar'la konuşacak kadar özel bir şey olmamıştı hayatımda. Şimdiye kadar.
"Yok maalesef, senin var mı?" diye cevapladım onu. Bana cevap vermeden önce uzunca bir süre gözlerime baktı, güneşin olduğundan daha açık bir sarıya çevirdiği saçlarıma kaydı gözleri, en son arkamdaki papatyalarda durdu,
"Var, papatyalar var." gülümsedim istemsizce, çok saf bir güzelliği vardı baktıkça kalbi ısınırdı insanın sanki.
"Neden papatyalar peki?" Koca Çınar'la konuşmak istiyorsam bu işin her ayrıntısını öğrenmeliydim sonuçta.
Yine gözleri gözlerimde durdu bir süre, bir kız çocuğunu andıran gülümsemesine tezat olarak çekik gözleri daha bir ciddi bakmaya başladı bana,
"Henüz bilmiyorum, onu hayat gösterecek bana sanırım. Zamanla öğreneceğiz." dedi bakışlarındaki ciddiyetle örtüșen bir ses tonuyla. Hemen ardından eski rahat, umursamaz tavır tekrardan yerleşti yüzüne. Ona tekrardan ayak uydurdum,
"Pekala o zaman bir anlaşma yapalım, bana Koca Çınar'la konuşmayı öğret. Öğrendiğim gün sana o merak ettiğin şiirlerimden birini göstereceğim." kıkırdadı hafifçe, sonsuza kadar onun gülümsemesini izleyebileceğimi düşündüm bir an.
"Hmmm, biraz zor bir yolculuk olacak gibi duruyor ama kabul. Şiirini okuyacağım günü dört gözle bekliyorum şimdiden." dedi aynı muzip tavrıyla. Zaman zaman kendini gösteren küçük bir çocuk vardı sanki içinde.
"Eminsin yani öğrenebileceğimden?"
"Eminim, çünkü her zaman papatyalarla dolu yollarda yürümeyeceğiz öğrenirken." demek istediğini az çok anlasam da onun kendine has uslübunu kavramak da zaman alacaktı. İçten bir gülümsemeyle onu cevaplamakla yetindim.
Tam ağzını açmıştı ki Hande'nin telefonundan gelen bildirim onu durdurdu. Telefonuna kısaca göz attıktan sonra bana döndü, meraklı gözlerle ona baktığımı farkedince,
"Kütüphaneye dönmem gerekiyor, Meliha Teyze yeni gelen kitapları yerleştirmezsem kıçıma yiyebileceğim terliklerle ilgili ufak bir uyarıda bulundu da." dedi yüzünde mahçup bir gülümsemeyle. Verdiği cevaba ufak bir kahkaha patlatıp,
"Benim de yazıhaneye dönmem gerekiyor zaten, fakültenin yanındaki kütüphanede mi çalışıyorsun?" diye sordum onu tekrar görebilmek için, nerelerde nöbet tutmam gerektiğini öğrenmek lazımdı.
"Evet, okuldan sonra yardımcı oluyorum sahibine. Tabii görüşmek için illa ki hafiyecilik oynamana gerek yok numaramı da verebilirim." dedi aklımdan geçenleri okumuş gibi bir taraftan da ayaklanmıș çantasını takarken. Pes ederek,
"Evet öylesi daha iyi olur aslında." dedim, bu sefer mahçup olan taraf bendim. Ben de çantamı alıp ayaklandım, kafasını kaldırıp bana baktı ve telefonunu uzattı. Numaramı tuşladıktan sonra telefonu ona geri verdim. Normalde öyle bir insan değildim ancak karşımdaki kadının üzerimdeki etkisi konuşmamı, cüretkar olmamı engelliyordu sanki. O da bunu hissetmiş olmalı ki ortamdaki sessizliğe son vererek,
"Görüşmek üzere Zehra, memnun oldum tekrardan." diyerek elini uzattı, yanaklarında bir çift gamzeyle.
"Ben de, görüşmek üzere Hande." uzattığı elini sıktım ve o arkasını dönene kadar ne o ayırdı gözlerini benden ne de ben ondan.
.
.
.
.Güneş yerini karanlığa bırakana kadar bir çift kahveyi, onları tamamlayan çukurları ve dokunduğu her şeyde çiçekler açtıracak zarif elleri düşünerek dolaştım sokaklarda. Hayatım boyunca hiçbir şey içimi ısıtamamıștı, hiç evimde hissedememiștim. Hiç kimsede, hiçbir şeyde güzeli görememiştim, bugüne kadar.
Çocukluğumdan beri böyleydi bu. Bir tek kalemim yahut harçlıklarımı biriktirerek aldığım kitaplarım elimdeyken biraz olsun hayatta olduğumu hissederdim. Zaten bir tek onlar vardı bana dost, anne, baba, arkadaş, ev olan. Ancak babam onu da elimden almaya çalışmıştı. Bana yaşadığımı hissettiren ne varsa aramıza bir engel koyuyordu hayat her zaman.
Meyhanelerin olduğu sokağa girdiğimde çalgıcıların sesi beni düşüncelerimden ayırdı. Geceleri rakı bardaklarının, kiminin eğlencesine eşlik eden darbukaların, kiminin de acısına eşlik eden klarnetlerin sesleriyle can bulurdu bu sokak. İlerlemeye devam ederken tanıdık bir sesin adımı seslenmesiyle duraksadım,
"Zehra kızım! Perşembeye var daha hayırdır hangi rüzgar attı seni buraya?" sesin sahibi her perşembe akşamı bir iki kadehi devirdiğim meyhanenin sahibi Kemancı Ali abiye aitti. Artık altmışlarında olan kır saçlı adam gençliğini bu sokaklarda keman çalıp para kazanarak geçirmiş, bundan dolayı lakabı 'Kemancı' kalmıştı. Her ne kadar bu şehirden ayrılmak istese de eninde sonunda "İkinci Bahar" adını verdiği meyhanesini açmıș, yine bu sokağa dönmüştü. Onun da bir hikayesi vardı.
"Biliyorum Ali abim, dolaşırken farketmemișim buraya saptığımı. Eve gidiyorum şimdi." diye yanıtladım onu.
Biraz meraklı biraz da şüpheci bir bakışla "Anlaşıldı, bir şeyler yer etmiş senin aklında. Neyse öğreniriz perşembe günü." dedi alayla gülerek. Babacan bir adamdı Ali abi, bir derdim olsa da olmasa da her perşembe akşamı bir iki saatimi de onun sohbetine ayırmak adetim haline gelmişti artık. Gülerek onayladım onu başımla,
"Hadi selametle kızım, dikkat et saat geç oldu." dedi içten bir gülümseme vererek. Onu onaylayıp hayırlı işler diledim ve yolumu eve çevirdim.
Yazıhanemin bulunduğu binanın en üst katındaki evime girdim. Ceketimi portmantoya astıktan sonra odama geçtim direkt. Üzerimi değiştirirken bugün asıl amacımı gerçekleştirmediğim geldi aklıma. Masama geçip bir sigara yaktıktan sonra kalemimi elime aldım, içimden ne geçiyorsa bugüne dair bir bir döküldü kağıda;
Mayıs sıkıntıları böyledir,
Yaralarını sarar, yaralarını bir bir deşerler.
Şefkatli kolları vardır, sarıp sarmalarlar.İçindeki o yolunu kaybetmiş çocuğu ortaya çıkarırlar, çocuğu büyütürler,
Onu ya ayyașın teki yaparlar, ya da bir mezara çiçek.Mayıs sıkıntıları böyledir, aşık eder.
şimdi nefesler bitti, şimdi çiçekler soldu.
İște, solup gidiyorsun can parçam.Bekle beni orada, mayıs sıkıntı'nı bekle.
.
.
.
.
.Aslında bir kısa hikayeydi orjinal hali, o yüzden araları uzatır mıyım, uzatırsam nasıl uzatırım pek bilmiyorum. Bu nedenle fikirleriniz, olsa iyi olur dediğiniz ya da başka herhangi bir şeyi görmek yazım için iyi olabilir :)
ai resimlere sarmış durumdayım bu aralar, anlatımım biraz eksik kaldığından dolayı Zehra'nın odasının tam olarak bu şekilde olduğunu göstermek iyi olur diye düşündüm.