İçimde O'na kavușacak olmanın huzuruyla Gümüşsuyu yokușunu çıkıyorum. Bir taraftan da düșünüyorum: O'nu ilk kez Gülhane'de bir ağacın altında, kumral saçları hafif rüzgarın esiri olmuşken, zarif ellerinde bir kitapla otururken gördüğümü hatırlıyorum.
.
.
.
.Hande'den
Birkaç saatimi çevresindeki insanların konuşmalarını, neşelerini yüzünde bir gülüşle izleyen ve zaman zaman da onların sohbetine katılan Zehra'yı izleyerek geçirdim. Pek sevmezdim kalabalık ortamlarda bulunmayı, tüm arkadaşlarım da bunu bildiğinden üzerime gelmezdi. Ama bugün, İlkin'den öğrendiğim kadarıyla, gülümsemişim hep. Garip.
Sohbetin ardından Ayça ve Cansu Zehra'yla birlikte ayrıldılar. Hayır yani bir insan nasıl bu kadar sosyal kelebek olabilir anlamıyorum iki dakikada kafaladılar kızı.
İlkin, Elif, Ebrar ve bense kafeyi kapadıktan sonra etrafı toplamaya yardım etmek için Tuğba'nın yanında kaldık. Ebrar'la beraber birkaç masayı silmenin gayet yeterli olduğunu düşündüğümüzden oyun konsoluna koşturduk ikimiz de.
"Ya Ebrar Chun-Li'yi ben alacağım diyorum bıraksana!"
"Bok bırakırım, iyi oynayabildiğim tek karakter o. Zaten bütün karakterleri hatim etmişsin kızım al birini ne diye tutturdun?"
"Çünkü Chun-Li'nin bacakları güzel." İlkin bir kahkahanın ardından,
"Zehra'nın da maşallahı var yani dimi Hande?"
"Evet- NEY NE ALAKA BE?" bu sefer koro halinde duyduğum kahkahalarla oyunu bırakıp onlara döndüm.
"Elif karın milletin bacağını götünü dikizliyor sen orada kahkaha atıyorsun ya, hangi mezhep sizinki?"
"Onun başı bağlı hayatım ben keserim hesabını sonra da, tek dikizleyen o değilmiş anlaşılan."
"Bir dakika ne hesabı ya? Bu kabak niye bana patlıyor şu an?"
"Sen bi sus. Evet Hande'cim seni dinliyoruz." dedi Elif işaret parmağını İlkin'in dudağına götürürken.
"Neyini dinliyorsunuz ya? Gören gözün hakkı var biraz kaymış işte amma abarttınız."
"Sendeki göz adamı hastanelik eden türden canım da neyse bir şey demiyorum ben. Kök saldınız oraya, şu sandalyeleri kaldırın bakayım. Sabahtan beri bir işe yaramıyorsunuz zaten."
Tuğba'nın emriyle Ebrar'la beraber sandalyeleri halletmeye koyulduk. İlkin'de Elif'in götüne yapışmış bir durumda gönlünü almaya çalışıyordu.
.
.
.
.İşleri halletikten sonra Ebrar, Elif ve Tuğba mutfak tezgahında oturmuş sohbet ediyorlardı. Yukarıya çıkan merdivenlerin başında elinde iki birayla bana gel işareti yapan İlkin'in yanına adımladım onları bırakıp.
"Gel bakalım hastane kaçkını." dedi İlkin terasın kapısını açarken.
Anlaşıldı, hiç mi hiç istemediğim ciddi bir konuşma ve biraz da fırça geliyordu. Yerdeki puflara oturup biralarımızı açtık. Açar açmaz 5-6 yudumu kafama dikmemle İlkin şişeyi elimden çekti,
"Höst ulan, yavaş! Bir kere de ayık kafayla konuşayım seninle be kızım." iki elimi yanlara açıp "ne yapayım?" dercesine baktım ona.
"Bir şey yapma Hande, iyi ol sadece." tek bir bakışımdan anlardı beni, bir şey demeyip kafamı omzuna koydum sadece.
"Nasıl oldun bakalım? Hastanede duracağın yok onu anladık zaten de kendine bakıyorsundur umarım."
"İyiyim biraz daha. Eklem ağrıları, çekilmeler yani klasik şeyler dışında biraz daha iyiyim. 1 haftadır temizim zaten, vakit bulamadım." dalgaya vurarak söylediğim şeylerle kafama ufak bir tokat yedim.