7. AKLIN OYUNU

817 76 11
                                    




Instagram/ bermevina
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım🤍
İyi okumalar!


♪Love you like me, William Singe


Sorumluluğunu almam gereken çok fazla şey varmış gibi hissediyordum. Ki evet, vardı. Zara'yla birbirimize her şeyi anlatmıştık bu zamana kadar. Neden öyleyse şimdi, aramızda oluşan, bu saçma sapan duvarı yıkmaya çalışmıyordum? En son onu, varlığından bile haberdar olmadığım o dağ evinde görmüştüm. Ona yazdığım en son mesaj ise, teyzesini araması gerektiğiyle alakalı olmuştu.

Daha sonrasında, ona ulaşmaya çalışmıştım fakat meşgule atarak bana bir mesaj çekmeyi tercih etmişti. Mesaj, o kadar o yazmamış gibiydi ki, iki saat ekranla bakışarak, asıl söylemek istediklerini anlamaya çalışmıştım. Ona karşı kızgın olmalı mıydım, bilmiyordum. Bora meselesinden sonra, onu boşladığımı düşünüyor olabilir miydi?

Yamanla her ne oluyorsa, görüşemediğimizden, her şey ortada asılı duruyordu. Dün Mahir beni eve bıraktıktan sonra, tüm gün aralıklı olarak piyano çalarak, her şeyi kafamdaki süzgeçten geçirmiştim.
Babama yaptığım açıklamayıda. Yalan söylememek için, o kadar üstü kapalı bir şekilde anlatmıştım ki ona olanları. Bunun için bile vicdan azabı çekiyordum.

Düşüncelerim, çalınan kapı yüzünden bölündüğünde, ıslak saçlarımı taramayı bırakıp, aşağı kata koşturdum. Kapı deliğinden bakmadan açtım. Kahretsin, üzerimde bornozla açmıştım. Yine. Neyse ki bu sefer ki pembe değil beyazdı.

Bu durumun saçmalığını hafifletmiyordu yinede. Çünkü insan, karşısın da Vogue dergilerinden fırlamış gibi görünen, standartların çok çok üstünde olan birini gördüğünde, aynı benim kaldığım gibi, kala kalıyordu. Gözleri, gün ışığının vurmasıyla beraber parlıyordu. Çizgisinin dışına çıkmayarak, elli derece sıcağa rağmen, siyah pantolon ve siyah tişörtüyle, karşımda dikiliyordu. Bu adam bu kıyafetlerle nasıl terlemiyordu? Siyah, sıcağı çeker, maddesininin üzerini kafamda karaladım.

Gözleri ilk ıslak saçlarıma takılıp, daha sonra yavaş yavaş aşağı indiğinde, utançtan kapının tokmağını sımsıkı tuttum. "Hey, sen." Hey mi? Günlük hayatta, selamlaşmak için kullanılan bu kelime, nasıl oluyorduda, ben söylediğimde bu kadar absürt duyulabiliyordu? Yinede Amerikan Filmlerinde değildik.

"Hey, ben." Yutkunduğunda, adem elması oynadı. Gözlerinde, bariz olarak görülen büyümeyi görmezden geldim. Kolunu, kapının kenarına dayadığı için görünen kaslarınıda. "Girebilir miyim?" İki saattir kapıda dikilmiş suratına bakıyor olduğumdan, sıkılmış olmalıydı. "Geç, tabii." Yanında daha fazla rezil olmadan, acilen, üzerimi giyinmeliydim. "Giyinip geliyorum, mutfakta bekleyebilirsin." Evet, işte bu. Mantığım yavaş yavaş yerine geliyordu.

Cevabını beklemeden üst kata koşturdum. Arkamdan gelen kıkırdama sesini duyduğuma yemin edebilirdim.

Odama girerek, kapıyı kapattım. İç çamaşırlarımı giydikten sonra, siyah kot şortumun üzerine, beyaz tişörtümü geçirdim. Saçlarımın elektriğini alması  biraz daha taradım. Elim her duş sonrası sıktığım vanilya aromalı vücut spreyine gitti. Normalden biraz fazla sıktım.

Aşağıya indiğimde onu, mutfaktaki bar sandalyelerimin, birinin üzerinde buldum. Kaşlarını çatmış, biriyle mesajlaşıyordu. Boğazımı temizleyerek mutfağa girdiğimde, silah olarak kabul görmesi gereken gözlerini, bana doğrulttu. Ciddiydim, bana baktığında hissettiğim, bir silahın namlusunun üzerime doğrultulmasıydı. Elim ayağım boşalıyor gibi oluyordu ve bunlar iyi şeylerin göstergesi değildi.

MİNTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin