Görkem
Abilerim kollarımdan tutarken ellerinden kurtulmayı denedim. Beni kıskaçları altına almışlardı. Boğuyorlardı.
Boğan şey beni sımsıkı tutan kolları değildi. Neden oldukları çığlıklardı.
Günce'nin çığlıkları...
Ağlıyordu, çok sevdiğim mavi gözleri daha kuyuya indirilirken kıpkırmızı olmuştu. Sarı teni solmuş yeşile dönmüştü.
Küçücüktü, küçücük bedeni tir tir titriyordu. Elleri ellerimden koparken 'sana bir şey yapmasınlar, ne olur... ' diye fısıldamış 'seni çok seviyorum Gölge'm' demişti son kez. Gölge...
Gölge olduğumu söylerdi ona hep. Korur, kollar, hem annelik hem babalık hem de yârenlik yapardım.
Yârenimdi o benim. Şimdi o yâre yar olmuştum. Düşmek üzereydi ve ellerim ona yetmiyordu, tutamıyordum.
Kulağımdaki acı haykırışlarla sıçrayarak uyandığımda Gökyüzü birebir aynı, güzel mavi gözlerini yüzüme dikmiş çehremi izliyordu.
"Geçti..." dedi fısıldayarak. "Her ne gördüysen geçti."
İnce parmaklarını yanağıma koyup başparmağıyla çenemi okşadı.
Sevgisini bakışlarından, hatta incitmekten korktuğu için nahifçe hareket eden ellerinden ve dudaklarından bile anlarken gözlerimi kapattım.
Sinirleniyordum, sinir kanımda benzin üstünde yayılan alev kadar hızlı ilerliyordu.
Karşımda kanlı canlı duran bu çocuğu kurtarabilmiştik ölümden, tanrı yaşaması için ona bir şans daha vermişti. Hem de ölmeyi çok istemesine rağmen. Aynı şans Günce'ye verilmemişti, üstelik o yaşamak istiyordu. Henüz on altı yaşındaydı ve ölmek aklının ucundan bile geçmiyordu. Ellerimden tutuyor, aynı yatağın içinde birbirimize sokulmuşken bana sabaha kadar hayallerini anlatıyordu. İçinde hep benim olduğum hayallerini...
Kars'tan sessiz sedasız ayrılıyor, kimsenin bizi bilmeyeceği, bize dokunmayacağı,bizi 'öldürmeyeceği' bir şehirde hayat sürüyorduk. Ufak tefek bir evimiz oluyordu o hayallerde hep. Birileri gelecek korkusu olmadan uzandığımız bir yatağımız oluyordu. Biliyorum, diyordu Günce; sana bir çocuk veremem ama sana çocuk olurum Gölge'm.
Çocuk olurum...
Benim her şeyim olan çocuk, bana çocuk olamamıştı. Bana yâr olamamıştı, yâr etmemişlerdi.
İdam yaftasını boynuna geçiren eller kendi ailesiydi. Annesi alın ne yapıyorsanız yapın demişti abilerime. Onlar da ne yapacaksa yapmışlardı.
O kokuyu hatırladığımda kanım donarken Gökyüzü'nün yüzümdeki elini hışımla ittirip çenesini kavradım.
"Geçmedi, hiçbir şey geçmedi." dedim tehditkâr sesimle. Dün gece, ondan önceki gece ve son zamanlarda kanımı kaynatan çocuğa karşı tiksinti duydum. O ise masum gözleriyle, korkusuz ve anlamazca yüzüme bakıyordu. Ne olduğunu kavrayamıyor gibiydi.
"Geçti, çünkü geçmişte olan her şey geçer. " dedi usulca. Parmaklarını elime sarıp sıktığım çenesini bırakmam için uğraştı.
Bir anda irkilir gibi kendime geldiğimde kendimi geriye çektim, kıpkırmızı olan çenesini serbest bıraktım.
Bir şey söylemem gerekirdi, belki bir açıklama yapmalıydım ama arkamı dönüp yorganı kafama kadar çektim.
Yıllardır çektiğim sancının hışmını birlikte olduğum insanlardan çıkarıp birini bile umursamamıştım. Buna Giray da dahildi. Bedenine işkence ettiğim zamanlarda bile susardı, her şeyi bildiği içindi sessizliği.
Arkamdaki çocuk da sustu. Yorganın açıkta bıraktığı saçlarımda dudaklarını hissettim. Yanımdan kalktı, odadan çıktı. Küçük ve kendine güven duymayan adımlarının sesi yok oldu bir süre sonra.
Bazı hışırtılar duydum, bir fermuar sesi ve sonra dış kapının kapanma sesini...Gitmişti.
Yorganı kafamdan indirip koyu kahverengi perdenin bir köşesini tutup araladım perdeyi.
Gökyüzü bir dakika sonra apartmanın dışına çıktı. Kafasını kaldırıp dördüncü kattan ve daha tam aydınlanmamış göğe rağmen bile parıltılarını seçtiğim mavi gözleriyle bu tarafa baktı. Saniyeler sonra göz göze geldiğimizde arkasını döndü ve sokağın yukarısına doğru yürümeye başladı.
Biliyordu, bilmekten ziyade tahmin ediyordu. Dışa vurmuyordu asla çünkü dışa vuracak kadar konuşmuyordu herhangi bir konu hakkında ama konuşmasak bile Giray ve beni anlıyordu.
Şimdiden pişman olduğumu hissederken pencerenin önünde çöküp sırtımı duvara yasladım. Böyle olmak istemiyorum;Giray'a, Güneş'e ve diğer birlikte olduğum onca erkeğe yaptığım şeyleri ona yapmak istemiyordum. Dışına ördüğü surların kapısını bize açmışken Gökyüzü'ne zarar veremezdim, vermemeliydim.
"Lanet olsun." diye mırıldandım kendi kendime.
"Lanet olsun Görkem, o çocuk hayata tutundu ama sen sırf hayata tutunabildiği için onu mu suçladın az önce?" Ellerimi saçlarıma geçirip çekiştirdim.Acı büyük bir uyarandı. İnsanı hızla kendine getirebilir ya da kendinden geçirebilirdi.
"O çocuk seni seviyor, sen ona iyi yaklaşmamana rağmen seviyor, hastalandığında seni ayağa kaldıran oydu...Bir şey olsa yanında duracak olan yine o ama sen neler düşünüyorsun? " diye bağırdım.
Hayatta herkes acılar çekiyordu, ben de çekmiştim ve hiç şüphesiz Gökyüzü de çekmişti.
Bazılarımız ölürdü, bazılarımız kendini öldürürdü ve bazılarımızsa öldürülürdü. Günce gibi.Günce'm gibi...Ama bu Gökyüzü'nün suçu değildi.
Ayağa kalkıp etrafıma bakındım. Sonra diğer odaları dolaştım. Giray yoktu, saat daha yeni yediye geliyordu ama yoktu işte. Bir şeyler yapıyordu, iyi bir şeyler değildi ama ne olduğunu bilmiyordum. Gün içinde ne kadar ararsam arayayım açmıyordu. Telefonumu bulup aradığımda yine açmadı. Çaldı, çaldı, çaldı ve sesli mesaja düştü.
Önceden gerçekten acil bir işi olduğunda not bırakırdı veya mesaj atardı. Şimdi önemsemiyordu.
Neyle uğraştığı umrumda bile değildi ama başına bir şey gelse dünyam yıkılırdı. Çünkü artık ondan başka kimsem kalmamıştı. Bir de şu hayatımıza yeni giren nahif çocuk vardı. Gök gözlü, gök güzeli...Gök
***
Bu geçiş bölümü arkadaşlar, çok uzun zaman oldu ama bismillah bakalım. Devamı gelir inşallah.
04.02.24
~Y
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dünya Gül Bana || Boylove
Short StoryÖnceden "Dünya gül bana." diyordum. Artık dünya gülmese de olur, sen gül yeter...