O gün, hava yağmurlu idi. Anabela'yı, savruk bir rüzgarın yelinde, adım attığı bir toprağın izinde, dokunduğu bir ağacın gövdesinde de olsa görmek için pencereden dışarı sarkmalarım, nihayet meyvesini vermişti. İlkin, bir hapşırık ve burun akıntısı baş gösterdi. Bu vaziyete daha sonra kuru bir öksürük eşlik etti derken Mikroplar Birliği, Feride Cumhuriyetinde toplanıp bir antlaşma ile boğazların şişmesine karar verdi. Ne yutkunabiliyor, ne rahat rahat çene çalabiliyordum. Pek sevgili babam Yıldırım Bey ile sevgili annem Fatma Hanım için uzun bir süre sessizlik manasına gelen bu hâl, benim için Anabela'sız günler demekti. Lafın varacağı yerde özlem demekti, ayrılık demekti, hasret ve dahi ölmek demekti. Çile doldurmak demekti, mahpus demekti, kölelik ve surlar ve Haliç demekti.Bu anlarda, bir yanımda burnumu silmekten bir tepe halini almış sümüklü mendiller ve hastalıktan kısılmış sesim ile beyaz tavana bakıp rahatlamak adına avare şeyler söylüyordum. Bu sözler arasında, Anabela'nın hayatıma girdiği andan itibaren beni değiştirdiğini görüyor, bu değişikliği ufak tefek cümlelerde yakalamaktan hoşnut oluyordum. Sözgelimi efendim, ben ki, bakın, ben ki, daha evvel eline bir kitap alıp sayfasını çevirmişliği olmayan, kitapları sadece babamın çalışma odasının süsü olarak gören bir ben ki Anabela ile kitap okumaya başlamıştım. Öyle ki ezberimden birkaç sözü çok düşünmeden çıkartabiliyordum. Bunun ne kadar büyük bir şey olduğunu anlatabiliyor muyum efendim? Ben, ben söylüyorum bu mısraları. Ben, Feride. Ben!
Örneğin şimdi, az evvel kapağını kapattığım bir kitap masamın üzerinde duruyordu. Benim odamda, okumakta olduğum bir kitap vardı. Hem de ne için? Hastalıktan dolayı kemiklerim kırıldığı için, sabahtan akşama yatıp dinlenmek durumunda kaldığım için, sıkıldığım için... Bunca sıkıntıya, bir dağ haylazlık sığar efendim. Bir dağ! Ah sevda ah... Yaşlandırdı beni yahu!
Gözlerimle dışarıya bakarak mahpusluğumun kaçıncı gününde olduğumu düşünürken Anabela'yı ne kadar özlediğimi korkuyla fark ediyordum. Bir ara, gayet kesin bir kararla annem Fatma Hanım'dan Anabela'yı bana getirmesini isteyeceğimi dahi düşünmüştüm. Sonra, nasıl bir açıklama, daha doğrusu, bu vaziyete nasıl bir kılıf uyduracağımı bilemediğim için kendimi zor zekat durdurmuş, "Aman canım Feride, sakin yahu!" diyerek yastığa yüzümü gömerek sakinlemiştim. Zira aklıma gelen cümleler tıpkı şunlardı:
"Git de gelinini eve getir ana!"
"Şimdiden kaynanalığın tadına bak, hadi kız! Bak ön izleme yaptırıyorum sana, şansını bil. "
"Sana ev işlerinde yardım etmiyorum diye kızma artık. Elim ayağımı getirdim."
"Ana, ölürsem bil ki gönlüm bu hatunundur."
Son zamanlarda Yeşilçam izlemeyi fazla kaçırıyordum. Yoksa ben Anabela'nın kulu köpeği olayım, kim ona kaynanalık edecek imiş, çıksın karşıma! Ama yine de sakin olalım tabii...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEN ANABELA (Tamamlandı)
Teen FictionSağ-sol davasının kazan kaynamaya başladığı bir zaman diliminde, babasının öğretmen olması dolayısıyla şehir şehir gezen bir genç kızın yolu Edirne'nin bir kasabasına düşer. Burada, isminin Anabela olduğunu öğreneceği bir genç kadınla karşılaşacak v...