4 Mayıs 1979

492 34 35
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



O günlerde, yani 1979 senesinin bahar aylarında babamın -şaşırtıcı da olsa- yazmadığı boş bir ajanda bulmuştum. Edebiyattan hiç anlamadığımı bir kitap okumuşluğumun, bir sayfa yazı yazmışlığımın olmadığı gerçeğiyle iyice belirtmek isterim fakat o aylarda bana bir okuma aşkı, bir yazma tutkusu gelmişti ki sorma! İlk evvela okumakla başlamak istemiştim ve babamın kütüphanesine giderek kitap seçiyordum. Gözlerimin gördüğü kitapla nasıl büyüdüğünü anlatamam zira Öteki ellerimin altında duruyordu. Durup uzun uzun baktım kitaba. Yazarın isminin değişikliğine mi yoksa telaffuz ederken girdiğim vaziyetin vehametine mi yansam, bilemedim. Yine de heyecanlıydım. Bu heyecanın nedenini de bilmiyordum. Doğrusu, adım gibi biliyordum da bilmiyordum çünkü bu bilinmeyecek denli gizli ve saklı tutulması gereken, tuhaf bir durumdu.

Peder'in kitapları hepimizden daha değerliydi. Bundan dolayı kitabı eteğimin içine sokarak çıkarttım. Ona söyleyemezdim, annem de ardımda durmazdı zira kitap okumanın zararlı olduğunu, okunacak tek kitabın Kur-an olduğunu söylerdi.
Tüm heyecanıma ve yaşadığım ufacık aksiyona bakılırsa hemen de okumam gerekirdi kitabı. Fakat 3 gün olmasına rağmen bir türlü meseleyi çözemedim. Belki henüz 50. sayfada olmamdan kaynaklanıyordur, kim bilir?.. İşte, ajandayı bulmam da aynı aralıkta gelişti. Bir sürü sayfası olan kalın bir ajandaydı ama her yazdığım şeyi beğenmeyip yırtmaktan ötürü korkunç derecede zayıflamıştı. İnsan yazmadığı için ne yazacağını da bilmiyor efendim. Sanki tek bir şey vardı yazmam gereken ama ben hep konudan uzaklaşıyordum. Öyle olunca da yazdığım hiçbir şeyi beğenmiyordum. Oysa yazmak konusunda bir gayem de yoktu, öylesine ortaya çıkıvermiş gereksiz bir külfetti. Aman, usandım vallahi.

İşte, böyle usandığım, ayağımın altında altı adet sayfa topunun oluştuğu bir gün pencereden dışarı bakıyordum. Odama nazaran büyücek bir pencerem vardı. Hayatım boyunca hiç görmediğim ve görünce bana şans getireceklerine inandığım aptal ateş böcekleri, penceremin önünde dolaşıyordu. Onları bıkkınlıkla seyrederken gözüme bir ev çalındı. Handiyse pencereye yapıştım, burnumun yamulduğunu ucundaki acıdan hissedebiliyordum. Entelektüel bir var ediş aşamasından geçtiğim bu aptal ruh halinden dolayı kendimi kişilik bozukluğu olarak nitelendirmem gerekirdi ama... Ama bir nedenim vardı.

Onu ikinci görüşüm, 4 Mayıs 1979 senesindeydi. Bu kısma hoş bir bahar akşamıydı diye başlamayı arzu etsem de, hayır, hiç hoş bir bahar akşamı değildi.

Hiçbir zaman anlamadığım fakat babamın ev bakarken özellikle üzerinde durduğu mahremiyet ayrımı dolayısıyla her zaman evdeki en saçma, en uzak nokta bana verilirdi. Odamın niteliği konusunda beni rahatsız eden en ufak bir şey yoktu, bu anlayışın saçmalığı dışında. Fakat şimdi, bu evin mimarisini yapanın da taş koyanın da beni bu odaya yerleştirenin de... Ellerinden öperim! Aklına taparım!

Odamın penceresi geniş bir yeşilliğe bakıyordu. Çam ağaçları ileriyi görmeyi engellese de birkaç ev uğraşılınca seçilebiliyordu. O gün herhangi bir uğraş vermememe karşın kapanıp açılan ışık nedeniyle dikkatimi bir ev çekmişti. Odağım oraya çevrilince...

SEN ANABELA (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin