18 Ekim 1979

178 19 11
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Eve, handiyse koşarak geldiğimde annem Fatma Hanım'ı bahçede çayını yudumlarken gördüm. Ayaklarım olduğu yerde tökezledi zira gözleri ilkin geldiğim yolu, yolun ucundaki evi, ardından evden sekip tekrar beni bulmuştu. Yüzüme, en sahtesinden bir gülümseme kondurup koşmaktan dolayı düzensizleşen nefesimi nizama getirmeye gayret ettim. Direkt eve girerek bakışlarından kaçmak niyetimi alenen belli etmeme karşın annemin elleri çevik davranıp bileğimi kavradı:

"Feride, yanıma gel lütfen."

Amanın! Amanın! Amanın yetişin komşular!

"Tabii anneciğim," diyerek sandalyeyi çektim. Annem, geldiğim yolu seyretmekteydi. Bir elini çenesine dayamış duruyor ve düşünceli görünüyordu. Bu hâliyle onu seyretmek oldukça tedirgin ediciydi zira karşısında oturmama karşın gözleri beni delip geçiyordu. Ortada henüz hiçbir şey olmamasına karşın olduğum yerde titriyor, bünyemi ufak bir zeka emaresi göstermeye zorluyordum. Fena bir şeyler olacağını şimdiden hissetmekteydim. Bir yandan buna hazırlıklı olmak adına savaşçı kişiliğimi takınıyor (öyle bir şey yoksa bile olmasının tam zamanıydı) bir yandan da kime ve neye karşın savaşmam gerektiğini düşünerek annemi sevgiyle kucaklamak arzusu duyuyordum. Ne düşündüğünü öğrenmek için yanıp tutuşuyordum fakat aynı zamanda, bunlardan bihaber olarak Anabela'nın yanına dönmek istiyordum. İçim, baştan sonra sıkıntıydı. Bir korku iki yakamı tutmuş, bırakmıyordu.

"Anabel, değil mi?"

İnsanın, hislerine güvenmesi ve karar mekanizması olarak bir tek bunlara sığınmasını mantıklı bulduğum İlk zamanlardı. İçimdeki sıkıntının, yakama asılmış korkunun, geleceğe dair umutsuzluğun tohumu ekiliyordu. Hissediyordum.

Annem Fatma Hanım'ın sorgusunu işitir işitmez, "Anabela" diyerek telaffuzunu düzeltmek arzusu duymaya başlamış ve düzeltmenin pek yersiz kaçacağını bildiğim için yerimde rahatsızca kıpırdanmakla yetinmiştim. Anabela'nın ismini, annemin ağzından hoş bir lakırtı, keyifli bir sohbetin baş konuğu, paylaştıkça çoğalmanın hazzını yaşamak arzusunun biricik şahsı olarak işitmek istememe karşın bu defa gerçekçi olmanın şartını duyuyordum. Annemin, bu soruyla sorguladığı şeyi düşünmeliydim. Anabela... Neydi? Anabela'yı ne olarak sorguluyordu? Arkadaşlığımızı mı soruyordu, Hasibe Hanım'ın dedikodularında her eden kişi olduğunun tescilini mi istiyordu yoksa..? Neydi?

"Neyi soruyorsunuz, anneciğim?" diyerek çareyi habersiz görünmekte buldum. Yine de bir mânada kabuldü bu. Anabela, annem ile muhabbetimizin konuğuydu. Ne annem konunun etrafında dolanıyordu, ne de ben. Zaten Fatma Hanım oldu olası lafı kıvırmayı beceremezdi. Yine de by muhabbeti daha kısa tutabilir miydik..? Elbette. Fakat hepsinden öte annemin bu hususa ait tavrını ve düşüncelerini bilmeliydim. Kendimi tedbirli olmak zorunda hissediyordum. Oysa ne için..? Tedbiri neyin karşılığında gerekli görüyordum? Karşımda duran kişi bir yabancı değildi, annemdi. Annemdi, kahretsin!

SEN ANABELA (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin