Gün, henüz yeni takvime binmişti. Saat 00.13 idi. Çoğu evde, takvimden taze yaprak koparılmamıştı.
Anabela ile, evde yalnızdık. İşin iyi yanı, artık eve gelecek ve bizi yerimizden edecek 'muhteremler' yoktu. İşin kötü tarafı, evet, 'muhteremler' yoktu... Aramızda süren bu uzun, sinirlerimi yıpratan fakat konuşmaya her tenezzül ettiğimde terden sırılsıklam edecek vaziyetten kurtulamıyordum. Sanki ilk defa yüz yüze gelip diz dize oturuyor gibi hissediyordum. Kalkıp diğer kanepeye oturmanın bana biraz nefes aldıracağını biliyor, kalkarsam eğer Anabela'nın kötü hissedeceğini düşünüyor ve koltuğun kenarına sıkışmaktan uyuşan kolumu dahi kıpırdatmaksızın lâl olmuş, yeni gelin gibi süzülüyordum. Anabela ise, o gelmeden evvel elime aldığım kitabı inceliyor ve rastgele sayfaları açarak birkaç şeye göz atıyordu. Ara sıra garip fakat tatlı bulduğum bir hâl içinde, bana yandan bir bakış atarak bakmadığımı düşündüğü sıra sayfaları kokluyor, öksürerek odağını değiştiriyordu. Kalın cildin sırtını dalgın dalgın okşarken kaşları çatık, gözleri bir çizgi gibi düzdü. Gözlüğü olmadığı için çok zorlanıyor olmalıydı ki zaman zaman burnunu kırıştırıyor, dudağını sarkıtıyordu.
Anabela, elindeki kitaptan birkaç şey öğrenirken ben, Anabela'ya bakıp seven bir yüreğin sırlarını keşfediyordum. Sevdâ... Anabela.
İsmini dahi bilmediğim bir kitapla bu denli ilgilenmesi, bir müddet sonra benim de pek ilgimi çekti. Eğilip elindeki kitabın ismini okumaya gayret ettim. Bu gayretim netice vermedi zira, eski basımlarda pek sık rastlandığı üzere kitabın cildine kazınmış isim okunmuyordu. Ancak içindeki yaprakları görmekle anlaşılıyordu ki hali hazırda Anabela ilgilendiği için sıramı beklemem lazımdı.
Fakat bu ilginin çok büyük bir faydası vardı ki o da, artık gerginliğimin ortadan kalkmış olmasıydı. Başka bir şeyle zihnimi meşgul kılmak bir süreliğine de olsa, Anabela ile evde yalnız olmaktan, gece yarısı diz dize oturmaktan ve sessizliğin iç gıdıklayan hissinden kurtarıyordu beni. Fırsatı değerlendirip uyuşmaktan his kaybı yaşayan kolumu kucağıma koydum.
Birkaç saat önce içmiş olduğumuz çayın kokusu, hala dudaklarımda duruyordu. Anabela'nın, annesi Desislava'nın bir hafta önce babasını ziyarete gittiğini ve eve hala gelmediğini söylediği ân, sanki geleceği görür gibi içimin karardığını hatırlıyorum. İlerideki bazı bedbaht hadiselerin temeli, çok önceden şahit olup üstünden geçtiğim her adımda izini bırakıyordu sanki. Günlük tutmanın bir faydası da oydu ki, o an önemsiz görünen bu hadiseleri sonradan okuduğumda, şaşırmak ve fark etmediğim için üzülmek hususunda gidip gelmeme sebebiyet veriyordu. Eh... Ne diyelim, aptallık yahut öngörüsüzlük, siz seçin.
Annemin evde olmadığını bilmediği için üst kata tırmanmak zorunluluğu hisseden Anabela, sonunda tümseği bulduğunu fakat bulana kadar canıyla cebelleştiğini gülümseyerek anlattığında, çay taşmış, ocağı ıslatıyordu. Yine o gün fark ettiğim bir şey de, Anabela ile ufacık bir ânın dahi bana fevkalade keyif vermesiydi. Sözgelimi, şimdilerde ne zaman sıcak bir çay içsem Anabela ile içtiğim o ilk çayın tadını alamıyorum. Tattığım her şey tek seferlik bir lütuftu sanki. Cenneti yaşıyordum, oradan çıktıktan sonra her şey tatsız tutsuz ve korkunç yavandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEN ANABELA (Tamamlandı)
Teen FictionSağ-sol davasının kazan kaynamaya başladığı bir zaman diliminde, babasının öğretmen olması dolayısıyla şehir şehir gezen bir genç kızın yolu Edirne'nin bir kasabasına düşer. Burada, isminin Anabela olduğunu öğreneceği bir genç kadınla karşılaşacak v...