Sağ-sol davasının kazan kaynamaya başladığı bir zaman diliminde, babasının öğretmen olması dolayısıyla şehir şehir gezen bir genç kızın yolu Edirne'nin bir kasabasına düşer. Burada, isminin Anabela olduğunu öğreneceği bir genç kadınla karşılaşacak v...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Kafamızın üzerinde, Ahmet Serhat Bey'in gelişiyle rüzgarı kendinden menkul bir bulut dolanmaktaydı. Günlüğümün o kısımlarına da yazdığım gibi, o vakitler bu gelişin ailemiz için nelere gebe olduğunu ve babamda müphem hangi meselelere ev sahipliği yapacağını bilmiyorduk. Ben, üst katta Domdom Bedri ile meşgul olurken aşağıda dönen memleket bahsinden habersiz, can sıkıntısında oyalanıyordum. İlk kıvılcımın çoktan atıldığından bihaberdim.
Yıldırım Bey babacığımın gidişi ile birlikte şimşekle yüklü bulutlar, gök gürültülülerini annem Fatma Hanım'ın bizzat yüreğine yollayarak gürlemekteydi. Üzerimizde, âleni bir tehditle parlamakta, soğukluğu ile içimizi ürpertmekteydi. Şüphe ve tedirginlikle şişmiş yağmur yükü nihayetinde bir fırtınayı doğurdu ve başımıza, siyah bir cellat gibi inen bu felaketler karşısında artık yapacağımız hiçbir şey yoktu.
İlk haberi, Peder Yıldırım Bey'in mektubu verdi. Pek kısa olan bu mektup, uzun bir ağıtın yüreğimizde yaratacağı sıkıntıdan daha büyük bir bunalıma, darlığa neden oldu. Yıldırım Bey, Domdom Bedri'nin vurulduğunu haber veriyordu.
Henüz birkaç ay önce, yerde canhıraş boğuştuğum kişinin şimdi, bir hastane odasında kendine bağlanmış onca kablo arasında, bir robot, bir bitki, yüreğinin sesiyle sınırlı bir beden gibi yatması ilkin elbette pek garip geldi. İçimde, ölümün ürkütücü yakınlığını işittim. Babam Yıldırım Bey, mektubunun devamında endişelenecek bir durum olmadığını söylese de, artık kelimelerinin miadı dolmuştu. Ne annem, ne ben tek bir kelimesine inanmıyor, her sözcüğün altında yaklaşan felaketin gürültülerini duyuyorduk. Daha on üç yaşında olan Bedri'nin vurulmasında, Ahmet Serhat Bey'in giriştiği ve babamı alelacele çağırdığı ideolojilerin mutlaka bir payı olduğunu değil hissetmek, neredeyse biliyorduk. Mektuptan halıya damlayan kanların kokusunu mide bulantısı ile duyuyor, korkuyla diğer mektubun kimin kanını getireceğini düşünüyorduk.
Annem Fatma Hanım, o gün ilk defa olarak beni masaya oturtup şiddeti kalemi sarsan bir mektup yazdırdı. Hemen yarın İstanbul'a geleceğini, onu garda bavuluyla birlikte hazırlıklı karşılamasını, hiç kimseye görünmeksizin en yakın trenle çabucak döneceklerini bildiriyordu. Bu satırları yazarken annemin sinirlerinin fevkalade yıprandığını, histeri krizlerine girdiğini dehşetle fark ediyordum. Sabahlara değin isimlerini dahi bilmediğim dualar okuyoe, bir an isyan ediyor diğer ansa şükür namazına eğiliyordu. Ne, ne yaptığının, ne dediğinin kendisinin bile farkında olmadığına kefildim. Okuldaki dersleri ile meşgul olması gereken fakat olmayan, haylaz tabiatlı, aklı fikri Anabela'dan olan sıradan bir talebe olmayı özlüyordum.
İnsanın kendi dirayetine şaşası dahi kalmadığı, bunaltıcı vakitler yoğunluğunu artırıyordu. Fena, mutlak fena ve ucu bize dokunan hadiseler silsilesini, o yaştaki küçük Feride anlayamıyor fakat seziyordu. Annemin bu denli evhamı bile, bazı şeyleri anlatmaya kadirdi. Çoğu tatsız mevzuulardan kaçmak eğiliminde olan hoppa tabiatım, belki baş edemeyeceğim bu yetişkin dünyasında beni savunuyordu. Evdeki bu bahisler öyle yürek sıkıcıydı ki insanın, çocukluğuna küsesi geliyordu.