Üstümü giyip, büyük annemin yanına seraya inmiştim. Burası çok farklıydı. Türden türe değişen çiçekler, meyveler ve sebzeler. Dünyadakiyle arasında dağlar kadar fark vardı.
Mor yaprakları olan kocaman bir çiçeğin önünde durmuş elinde ki bahçe aletleriyle, çiçeğin etrafını kazıyordu.
Başı önüne düşmüş mavinin her tonuna sahip bir çiçek gördüm. "Hoş geldin, tatlım."
"Bu çiçeğin adı nedir."
"Hüzün çiçeği." Kaşlarım çatıpmıştı. Çiçeğin yanına oturup dizlerimi kırdım.
Bura da ki çiçeklerden farklıydı. Tıpkı benim gibi koskoca bir seranın içinde tek başına boynu bükük bir şekilde duruyordu.
Gözlerim çiçeğin üzerine odaklanmıştı. Beni neden bu kadar etkilemişti ki. Büyük annem kendi işine geri dönmüştü.
Uzun bir süre çiçeğe dokunmadan izlemiştim. Aklıma, Edward gelmişti. İkisinin ölümünden sonra ilk defa Anne ve Babam aklıma gelmişti.
Şimdi yaşadığım yer ve yer yüzünde ki tüm canlılar. Anlaşılan güçlü olan kimseyo sevmez kavulenmez. Tanrı da hiç bir zaman benim tarafım da olmamıştı.
Yıllarca beni o hastanede, hayvanlardan farksız bir şekilde cezalandırdılar. Onlar ne kadar bana çelme takmaya çalışsa ben onları kendi açtığım çukurlara görmüştüm.
Edward dışında kimse bana yardımcı olmamıştı. Düşünüyorum da eğer Edward olmasaydı ben şu zamana kadar yaşamam imkansız olurdu.
Tanrı ne kadar da yanımda olmasa, beni öldürmek için d olsa onu bana göndermişti. Fakat şimdi ben kendi ellerimle onu kendimden uzaklaştırıyorum.
Dün akşam böyle düşünmüyordum. Şimdi ise bu çiçek beni geçmişime görülmüştü. Geleceğim olduğunu düşündüğüm yaratığa da götürmüştü.
Bu ne anlama geliyordu. Şimdiye kadar yaptığım planlara sadık kalmamamı istiyordu. Ona dönüp eskisi gibi mi olması gerekiyordu.
Beni öldürmek isteyen birine kendim mi gidecektim. Karşımda yedi cinsten oluşan yaratık topluluğu vardı. Buna rağmen vazgeçmem mi gerekiyor.
"Onun hikâyesini biliyor musun?" Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Ne yaptığına dair bir fikrim yoktu. Sanırım olduğu yerden beni izliyordu.
"Benim ki de soru mu? Bunu ilk defa görüyorsun."
"Anlatır mısın?" Şimdi yerde oturuyordum. Çiçeğin hemen karşısına, hayat bulduğu toprağın üzerinde. Büyük annem seranın diğer ucundan anlatmaya başladı.
"Bir zamanlar yer yüzünde ki tek çiçekmiş. Onum asıl ismi ise mutluluğun temsili diye bilinirdi. Bir gün tanrıya sormaya karar vermiş. Kocaman bir alanda tek başına onu sınadığını söylemiş. Tanrı ise bunun onun için en iyi karar olduğunu söylemiş. Mutluluğun temsili olan çiçek ise günler boyunca tanrıyla hiç bir şekilde iletişime geçmemiş. Haftalar, aylar geçmeye başlamış. Tanrı bu küçük dostunun yokluğuna dayanamıyormuş." Durduğunda başımı çevirip olduğu yöne baktım. Kollarını göğsünde bağlamış beni izliyordu. Derin bir nefes çektikten sonra anlatması için ona devam et der gibi baktım.
"Günlerden bir gün tanrı onu huzurunda görmek istemiş bunu kabul etmemiş. Son şansını denemek için onu görmek için Tanrı karşısına çıkmış.
'Aylardır, bu kadar üzgünsün. Bunun nedeni ne. Aylardır yer yüzünde ki canlılar mutsuzluk içinde. Senin için neler yapabilirim.'
'Benim için yapacağınız hiç bir şey yok. Ben de mutlu olmak istiyorum. Fakat suz bana bunu çok görüyorsunuz. Bundan sonra benim adım hüzün çiçeği. Tek dostumu da aldığım son nefesime kadat affetmeyeceğim.'
'Pekala bunu son dileği senin için yerine getireceğim. Fakat senin için bu çok geç olacaktır.'
Tanrının gidişiyle etrafta beliren çiçekler ve tanrının ona anlattığı hayvanlar ortaya çıkmıştı. Bir hafta sonra ise insanlar kimi onu dalından koparmak istemişti. Bunu diğer canlılar engellemişti. Günler geçtikçe onun üzerinde ki ilgi diğer çiçekleri kızdırmıştı. Adını bilmediği bir şeyin onun üzerine gelen parlaklığı ve sıcaklığı ile bunun tehlikeli olduğunu anlamıştı. Evet, Tanrının ona anlattığı yakıcı şey buydu. İsmi ise Ateş. Sonunun geldiğini anlamıştı. Kendinden bir kaç parça uzak bir mesafeye atmıştı. Yer yüzünde ki kalıntısı nasıl olacaktı. Emin değildi ama Tanrının ona anlatmak istediğini anlamıştı. O günden sonra ise herkes onu "Hüzün çiçeği".Olarak hikayesini dinlemiştir."
Sona geldiğinde ise benim yanıma gelmek için yürümeye başlamıştı. Tam karşımda durup benim gibi çömeldi.
"Anlayacağın güzel yavrum. Her acının, mutluluğun, yalnızlığın, kimsesizliğin ve umutsuzluğun bir nedeni varmış. Eğer, o Tanrıyı dinleseydi. Dünyanın en güzel canlısı olarak kalacaktı. Fakat yaptığı şeyden sonra sadece acısı dilden dile gezen bir çiçek olarak kalmayı tercih etti."
"Eğer, Tanrıyı dinleseydi. Adının ne anlamı kalacaktı ki. Hüzün içinde mutluluk ismi ile damgalanmıştı. Bu hiç bir şeyi ifade etmez büyük anne."
"Yanlış düşünüyorsun kızım. Tanrının bizim için seçtiği yol zor olabilir. Sonucunda ise çok güzel yerlerde olacağız. Belki senin kaderin de anneni öldürmekle başlamış. Onların ise bir birini sevmesi ile başlamıştır."
"Benim aklım çok karışık. Tanrının bana vahdettiği bu güçler sonumu getirecek. Belki send bunun için benim yanimdasındır büyük anne." Gözleri dolu bir şekilde cevap vermeden uzun bir süre beni izledikten sonra tılsımı ile burdan gitmişti.
O gittikten sonra sol elimi çiçeğe uzatım. Bu bir göz yanılması olabilirdi. Ben ona dokunduğumda, parlaması ve kalbimin ritminin hızlanması aynı anda olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Büyülü Beden [TAMAMLANDI]
FantasíaRuhların da ki gerçekleri dışarıya yansıtan herkes lanetlidir. Ben de lanetlenmiş o kızım...