23; Bölüm

26 6 0
                                    

Robert

Bahçedeki banka oturmuş düşünceli bir şekilde boşluğu izliyordu. Yanina gitmeyi çok istiyordum. Ama annemin ona neler anlattığını bilmiyordum. Belki  bir daha Amaya beni hiç görmek istemeyecekti.

Gözlerinden akan yaşı görünce dayanamayıp güçlerimi kullanıpnonun yanına gittim.

"İyi misin?"  Beni terslemesini bekliyordum. 'Neden, daha çok canımı yakmak mı istiyorsun.' Çünkü kimse hiçbir zaman benim de duygularımın olduğunu umursamayıp konuşurdu. Buna alışmıştım fakat küçük yeğenimden son zamanlarda bunları duymak canımı yakıyordu.

"Hayır, değilim. Hiç bir zaman iyi olmadım." Duyduklarım hayal olduğunu düşündüm. Beklediğim tepki asla bu değildi. Buna karşılık olarak ne söylemem gerekiyordu.

"Seni bir yere götürmemi istermisin." Başıyla beni onayladı. Geldiğimiz yeri ben ve abin Carlos biliyorduk. İkimiz beraber kendimize ağaçtan bir küçük bir şato inşa etmiştik. Bunu yeni yeni öğrendiğimiz güçlerimizin yardımıyla yapmıştık. Burası rengarenk boyalarla boyamıştık. Burası iki küçük çocuğun hayal dünyasıydı. Buranın içinde çocukluğumuz var.

"Burası babanla benim yaptığımız bir sığınaktı. Bu kadar kötülüğün arasında saf ve temiz kalmasını istediğimiz çocukluğumuzun izleri burda var."

"İçeri girebilir miyim." Merak etmesi hoşuma gitmişti. Oysa ben birinin burayı görüldüğünde bana karşı olan tavırlarının içine alay gireceğini düşünüyordum.

Sol ellimi uzatığımda, küçük elleri avuçlarımın içine koydu. Minik elleri buz gibiydi, ama içimi cayır cayır kavuruyordu. Bu sevgi miydi? Yoksa bunca zaman ona yaptıklarımın acısı mıydı? Hiç bir fikrim yoktu.

"Burası çok güzel, ne sıklıkla buraya geliyorsun."  Yalan söylemeyi düşündüm, buna gerek olmadığını ve anlıyacağını biliyordum.

"Her yalnız hissettiğimde, babanı özlediğim de buraya gelirim."

"Neden yalnız hissediyorusun ki." Benimle konuşan, sorular soran. Bencil ve kalpsiz olan Amaya değildi. İlk hastaneye geldiğinde yalnız ve savunmasız olan Amayaydı. Bunu ne kadar da  saklamaya çalışsa anlıyordum.

"Bunları öğrenmen neyi değiştirir bilmiyorum ama anlatmak istiyorum. Benim de bunları birine anlatmam gerekiyor. Bunu vakti geldi geçti sanırım." Küçük şatomuzun içinde dolanıp duruyordu. Gözleri, onları benden saklıyordu. Bana bakmamak için çabalıyordu.

"Babamı daha küçük yaşımda kaybettim. Az çok hatırlıyorum, kötülere, kötülüklere rağmen iyi biriydi. Annem ise, onun ne olduğunu hiç bir zaman anlıyamadım. Hep benden kaçardı, onunla abimin gidişinden ve bütün işlerin bana kalması ile görüşmeye başlamıştık. Daha sonrasında ben dünyaya geldim. Biliyorsun o kısmı, hastanede yaşananlar. Senin bu kadar güçlü olduğunu o zamanlar da bilmiyordum. Tek amacım bizim gibi kötülüğün içine girmeni engellemekti. Bir insan gibi yaşamını sürdürmendi. Bunu da başaramadım. Hep korkulan, başarısız ve kaçınılan olmak canımı yakıyormuş. Bunu da son zamanlarda öğrendim."

"Özür dilerim, yaptığım ve söylediğim her kötü söz için. Bunların olduğunu bilmiyordum. Ben de senin gibi dışlandım. Daha küçük bir çocukken anne ve babam tarafından öldürülmek istendim. Orası ise bir cehennemdi. İğneler, kelepçeler ve o ilaçlar beni delirtiyorlardı."

Kollarımı küçük bedenine sardım. Küçük ve büyülü bedenine, lanetlenmiş küçük ruhuna. O bir çocuktu, o bir insandı. Benim ona yaptıklarım. "Özür dilerim, küçük yavrum. Babana olan öfkemden dolayı yapmadım onları sana benim gibi bizim gibi olma diye. Affet beni." Başını kollarımın arasına gömüş hüngür hüngür ağlıyordu. Onu hiç böyle görmemiştim. Genelde siniri krizi geçirdiğinde gülerken ağlıyordu. Benim gözlerimde deliler gibi boşalmaya başladı.

Sesiz bir şekilde göz yaşlarının dinmesini bekledim. Daha sonra ellerini tutup her  anılarımızın olduğu köşeyi ona gösterip anlatmaya başladım.

"Biz bu pencereyi boyarken baban, anneni sevdiğini söylemişti. Tabi bunu isteyerek yapmamıştı." Bunun üzerine bir kaç gün konuşmamıştık.

"Burda, bu büyük salonda anneni alıp burdan gideceğini söylemişti." İlk büyük kavgamız bu salondan gerçekleşmişti. Onunla son kez burada tartışmıştık. Onu son görüşüm buydu.

"Nasıl yani bundan haberin var mıydı?"

"Evet, bunu onaylamıyordum. Fakat o gittikten sonra anneme söylemiştim. Bana inanmamıştı tabi ki de daha sonra babanın yokluğunu anlayınca işte o lanetti olmuşturmak için diğer Kraliçeleri toplamıştı."

"Senden bişey isteye bilir miyim." Çekimser bir şekilde sorduğu soru beni hem mutlu etmişti bir yandan da benden çekinmesi canımı yakmıştı.

"Ne istediğine göre değişiyor."

"Eski Robert ortaya çıktı demek." Gülüp saçlarını okşamaya başladım. Omzun altından başını çevirip bana kızgın bir bakış attı. Aksine huysuz küçük bir çocuk gibi.

"Pekala fikrimi değiştirmeden anlatırsan iyi olur."

"Tamam, ben diğer kralıkları da görmek istiyorum. Bunu yapabilir miyiz?"

"Bunu benimle mi yapmak istiyorsun."

"Evet, benimle olman ve izin falan ne gerekiyorsa yapman."

"Düşünmem gerekiyor."

"Hadi ama seni huysuz ihtiyar. Bunu Edward'tan da isteyebilirim. Ben, senin benimle olmanı istiyorum."

"Hemen bu konuya açıklık getiriyoruz. Ben daha genç ve yakışıklıyım." Ellerimi saçlarımın arasından geçirip ona ters bir bakış attım.

"Olur, ama şimdi değil sana göstermek istediğim bir kaç yer daha var. Sanırım bunların arasında bir yere çok bayılacaksın."

"E o zaman ne bekliyoruz gidelim."

***
"Burası çok güzel, bu kötülük diyarında böyle bir yerin olması kaderin şakası gibi bişey. Benim seram da bile bu kadar fazla çiçek türü yok. Ve ne o benim aradığım Açelya çiçeği mi?"

"Hepsinin adını bilmiyorum fakat evet o. Zarafet, güzelliği ve sakinliği simgeleyen çiçek. Yani sende olmayan özelliklerin hepsi onda var?"

"Seni burda boğabilirim. Ve kimseciklerin haberi olmaz." Bu küçük şeytana bayılıyordum. O zamanlar da kurnazlığı beni eğlendirirdi.

"Peki, benim gibi genç, yakışıklı ve zeki bir amcan olmaz."

"Sen sevdin ha bu işleri. Keyfin yerinde gibi görünüyor. Neyse senle uğraşmak yerine çiçeklerle ilgileneceğim."

Deli gibi bir oyana bir bu yana tek tek bütün çiçeklerin yanına gidiyordu. Yaslandığım ağacın gövdesinde onu izliyordum.

Büyülü Beden [TAMAMLANDI]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin