"Majesteleri?"
Gördüğüm yüz ile olduğum yerde adeta dona kalmıştım. Lee Kraliyetinin velihattı Lee Minho tüm benliği ile karşımda duruyordu. Asıl sorun ise... Bu saatte burada ne arıyordu?
"Sizin burada ne-"
"Bak bundan kimsenin haberi olmayacak anladın mı!"
Ani ve sert çıkışı beni şaşırtırken başımı olumlu anlamda salladım. Prensin bu kadar sinirli olabileceğini düşünmemiştim. Aklımda tonlarca soru varken kendime engel olamayarak sessizce konuştum.
"Neden buraya geldiniz?"
"Kararlarımı sorgulama hakkını sana kim verdi?"
"Özür dilerim majesteleri!"
Özür niyetinde hafifçe eğildiğimde bir adım geri çekilmiş ve bir süre sadece beni süzmüştü.
"Adın ne senin?"
"Jisung, Han Jisung efendim"
"Feromonlarına dikkat et Jisung. Alfalar için fazla cezbedici."
Söyledikleri ile hafifçe kaşlarımı çatmıştım.
"Kiraz çiçeği... iyiymiş fakat gecenin bu saatinde senin için biraz tehlike yaratır"
Bir dakika ben feromon mu salgılamıştım! Oysa kendimi oldukça şartlamıştım nasıl olabilirdi nasıl farkına varmazdım.
"Han Jisung daha da geç olmadan evine git."
Prens Minho'nun sesi ile kendime gelmiştim. O bana öylece bakarken ben utançtan kızardığına emin olduğum yanaklarımı saklamaya çalışıyordum.
"İyi geceler majesteleri!"
Koşarak prensin yanından uzaklaştığımda arkama bile bakmıyordum.
En sonunda eve vardığımda hızla içeri girdim. Elimdeki poşeti bir kenara bırakıp sırtımı kapıya yasladım ve yere oturdum. Kalbimin daha önce bu kadar hızlandığını hatırlamıyordum. Neydi bu? Korku, stres, heyecen ya da rezillik korkusu... hangisi olduğunu bilmiyordum ama beni oldukça gerdiği belliydi.
Bir süre kapının orda sakinleşene kadar oturmuş ardından ayağa kalkıp sabahtan beri yiyemediğim yemeğimi hazırlamak için mutfağa gitmiştim.
°○°
Sabahın erken saatlerinde yeniden uyanmıştım. Bu gün dükkanı benim açmam gerektiği için evden hızla çıkmış ve demirci ocağının yolunu tutmuştum. Yolda yeniden Bayan Cho'ya uğramıştım fakat sonuç dün ile aynıydı. Bu durum beni oldukça tedirgin ederken dükkana varmam ile hızla kapıyı açıp içeri girdim.
Dün eve geç gittiğim için hala yorgundum. Dükkanda dünden yarım kalan işleri bitirdiğimde saat çoktan öğlen olmuştu Chan hyung'un gelmesine az kalmıştı.
Dışarıdan gelen sesler ile gözlerim dükkanın penceresine kayarken elimde parlatmayı sonunda başardığım kılıcı yerine koymuş ve dükkanın kapısına doğru ilerlemiştim. Kapıdan çıkar çıkmaz beni büyük bir kalabalık karşılaşmıştı. Herkes tek bir yöne bakarken ne olduğunu göremediğim için parmak uçlarıma basmıştım fakat işe yaramadı. En sonunda kalabalığın içinden sıyrılarak en öne geçtiğimde gözlerim bir çift kahve ile kesişmişti.
Gözlerim Prens Lee Minho'yu bulduğunda hızla gözlerimi kaçırmış ve başımı eğmiştim. Dün akşam olanlar aklıma doluşurken sonkez ona bakmıştım. Gözlerimiz yeniden buluşmuştu. O da beni izliyordu farkındaydım. Yavaşça kalabalığın içinden geçip dükkana geri döndüğümde kalp atışlarım yeniden hızlandığını fark ettim. Kurdum resmen deliriyordu fakat nedenini bir türlü anlayamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
king's crown
Fanfiction-OMEGAVERSE- Lee Minho bir prensti Han Jisung ise kasabada oldukça sevilen normal bir genç...