Yolun Sonu

192 20 201
                                    

Zeynep;

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Zeynep;

İnsan kaybetmeye alışır mı?
Yada hangimiz kaybetmeyi kabullenir?
Kaybettikçe mi olgunlaşıyoruz?
Yada kaybettikçe yok mu oluyoruz?

Ben sanırım kaybetmeye alıştım. Kızmayın bana ama kaybetmek beni yok etmeye başladı. Kaybettikçe güçlenmedim. Aksine kaybettikçe daha da kaybettim. Önce çocukken en yakın dostumu göz göre kaybettim. Sonra onu her bulamadığımda kendime olan güvenimi kaybettim. Zaten çok geçmemişti bir kaç sene sonra gözümün önünde ailemi kaybettim. O zamana kadar en derin kaybım Eylül iken asıl kaybetmenin ne demek olduğunu babamın cansız, buz gibi bedenine dokunca hissettim. Eylül'ü bulma imkanın vardı. Zaten öyle de oldu ama anne ve babamla geçireceğim bir günüm dahil olmadı.

Sonra o geldi hayatıma öyle böyle değil ama en kötü anımda yanımda oldu. Açtım, sevgisiz kimsesiz kalmıştım. Yok edileceğim bir vakit beni yok olmaktan kurtardı. Mecazi anlamda demiyorum gerçekten birileri tarafından yok edilecekken bir anda gelip benim yerime kendini ateşe atmıştı. Ondan korkup yine ona sığınmıştım. Ondan kaçarken, biran da onun dünyasına esir olmuştum.
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Gitti. Beni bırakıp gitti. Hemde bunu bir kere yapmadı bir kaç kere beni öylece bırakıp gitmişti. Oysa en çok o biliyordu kaybetmekten korktuğumu. En çok o anlıyordu kaybetmenin ne denli acı olduğunu. Ama en çokta bırakıp giden o olmuştu. Bütün acılarıma şahit olsa bile.

Dedim ama size ben kaybettim. Hep benden gittiler. Ben hep bekleyen oldum. Hep arayan, hep özleyen, hep dönsün diyen ben oldum. Yıllar geçti gitti.. ama benim hayatımda değişen bişey yok. Yine kaybettim. Yine ağlayan, yine özleyen, yine çaresiz olan benim.
Ben bu sefer canımın parçasını kaybettim. Ben oğlumu kaybettim. Bu sefer ki hepsinden de acıymış.
Bu sefer ki hepsinden daha da yıkıcıymış.

Avucumun içinde tuttuğum kırmızı minik arabasına hüzünle baktım. Güçsüz ve çaresiz olmaktan iğreniyorum. Onu arayamacak kadar yıkılmış bir halde olmaktan nefret ediyorum. Belki de oğlum beni görse annesi olduğum için üzülürdü. Onu koruyamayan, onu bulamayan bir anneyi hangi evlat isterdiki. Yüreğim sıkışınca derince bir nefesi daha almak için yüreğimi şişirdim. Aslan neredeydi ve haldeydi. En kötüsü annesi onu bulmadı diye küsmüş müydü?

"Güzelim, iyi misin?" Yanımda hissettiğim hareketlilik ve sesle ruh gibi olan bakışlarımı usulca çevirdim. Elif'in ıslak mavi gözleri bütün ışığını yitirmiş çaresizlikle beni izliyordu. Peki ya ben nasıldım? İyi olmadığım gözükmüyor muydu?

"Değilim" diye bildim. Sonra yine bakışlarımı elimde tuttuğum arabaya sabitledim. Tam iki gün olmuştu. İki gündür bir enkazın içinde nefes alamayacak haldeydim. İki gündür ben ben değildim.

"Onları bulacaklar. Yeter ki sen güçlü dur. Hem Aslan geldiğin de seni böyle görsün istemezsin öyle değil mi?" Bu sözler zor bela duran göz yaşlarımın hareketlenmesine neden olurken, güçsüz duruşumun herkes tarafından anlaşılması yeniden yıkılmama neden olmuştu.

ATMACA'NIN KIRIK KANADI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin