30

3 0 0
                                    

"Tanrı aşkına," dedi Leehan. "Bence kendi boşaltım sistemimizi idare etme konusunda güvenebilirsin bize."
"Ben söyleyeyim de"
"Sahneye çıkmadan önce gideceğim, söz."

Daha önce fark etmemiştim çünkü kontrol edilemez arzularımla boğuşmakla meşguldüm. San kocaman,gergin bir enerji topu gibiydi.  Bir yandan parmağıyla sürekli bacağına vuruyor bir yandan da deli gibi ellerimizi sallıyordu. Aynı zamanda da koridorda ayağını yere vurup duruyordu. O kadar tatlı olasa ona sinirlenebilirdim. Bunun yerine elini hafifçe sıkıp fısıldadım: "Heyecanlı mısın?"

"O kadar mı belli ediyorum ?"

Yüzüne düşen bir parça saçı geriye attım. "Muhteşem bir performans
sergileyeceksiniz. Bunu biliyorsun, değil mi?"

"Umarım heyecanlanıp bu işi batırmam. Bu bizim en büyük şansımız Woo."

Kocaman açılmış kırılgan gözleri ile bana bakıyordu. Onu o anda, daha önce hiç sevmediğim kadar çok seviyordum. Bu duygu damarlarımda büyük bir hızla dolaşırken hem içimi ısıtıyor hem de başımı döndürüyordu. "Böyle bir şey olmayacak. Sana söz veriyorum. Ama biraz da olsa panikleyecek olursan sadece kalabalıkta beni bul. Ön sırada olacağım. Muhtemelen elim de bir beyzbol sopası kız hayranlarınla dövüşürken görürsün beni..."
Gülümsedi. "...Ve sonra ne olursa olsun, seni seven birinin olduğunu bilerek güvende hissedebilirsin. Hem de koşulsuz seven. Gitarını arkaya bırakıp ağlamaya başlasan bile."
Bir kez daha gülümsedi.

"Zaten hayattaki en önemli şey de bu."

Gözleri gözlerimin içinde yangınlar çıkarıyordu ve bir anlığına yine üzerime atlayacağını hissettim. Fakat bunun yerine gözlerinde hafif yaşlar birikti ve yanağımı okşadı. "Sana sahip olduğum için öyle şanslıyım ki."

Omuzlarımı silkip 'eh işte ne yaparsın?' bakışımı takındım. "Biliyorum." Konuşmalarım onu sakinleştirmiş gibi görünüyordu. Diğerlerinin yanına döndük.

Leehan kalabalığın içinden kulise getirebileceği kızlarla övünüyordu. Elbette bu durum feminizmle ilgili o meşhur konuşmalarından birini yapmakta olan Hongjoong'u öfkelendirmişti. Jack, Yeosang'dan davul ritimlerini üzerinde çalışmak için izin istemiş;
Yeosang da  acemice öne eğilmiş Jack sırtına vururken gülümsemeye çalışıyordu. Will Mingi'nin dikkatini çekmeye çalışırken, Mingi çevremizdeki önemli insanları tespit
ettiğinden ona yüz vermiyordu. Tanıdık bir yüz görünce gözleri parladı. Bizi susturmak için parmağını hemen dudaklarıma götürdü. "Çocuklar," dedi. "Bunlar grup üyeleri."

Haklıydı. Ponyboys bize doğru yürüyordu. İçimin eridiğini hissettim. Solist Brian bir sebeple, sanki duştan yeni çıkmış gibi sırılsıklamdı. Arkasından diğer üç grup üyesi yürüyordu. İsimlerini bilmiyordum; aslına bakılırsa tüm ilgi Brian'ın üzerindeydi zaten. Arkalarından gelen öfkeli, kısa boylu sarışın kadın suratını asmıştı. Bunun hâlâ hayran fiyaskosunun etkisinden çıkamamış olan Brian'ın karısı olduğunu tahmin ettim.

"Hanımlar," dedi Brian sahte bir Amerikan aksanıyla ve San'a bir beşlik çaktı.Ponyboys'tan Brian. Benim erkek arkadaşıma, sanki normal bir şeymiş gibi, beşlik çakmıştı.

"Naber Brian ?" diye sordu San karizmatik bir şekilde. "Biraz nemli görünüyorsun. Ne oldu dostum?"

Brian uzun kahverengi saçlarını salladığında hepimiz üzerimize sıçrayan sular yüzünden geri çekildik. "Bir sigara içmeye çıkmıştım ya," dedi. "Hani sakinleşmek falan için. Her neyse, bir anda durduk yere büyük bir gök gürültüsü duydum ve bardaktan boşalırcasına bir yağmur başladı. Anında sırılsıklam oldum. Garip değil mi? Bana New Orleans'taki şeyi hatırlattı..."

trigger | woosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin