Bölüm15:Gerçekler

28 5 3
                                    

Şarkılar:

TNK:Söyle ruhum
Cem Adrian:Mutlu yıllar
Yaşar:Gel benimle

🎶

Gözlerimi açtım koyu bulutlu bir güne.
Gözlerimi kapattım kötü bir kâbusa.

Kasvet vardı bugün havada. Sanki bütün kötülükler önce beni bulmuş, sonra üstüme yağmur gibi yağmıştı.

Bulutluydu. Simsiyah bulutlar vardı. Yanıma şemsiyemi almış ve karakolun yolunu tutmuştum. Son günlerim olaylı geçtiği için arkasına düşmemiştim bu işin. En son dayım annemle ilgili haberi verdikten sonra bir daha aramamıştı. Peşine düşüp düşmediğini bile bilmiyordum. Bu yüzden karakoldaydım bugün. Gerçekleri öğrenebilmek için.

Polislere derdimi anlatıp bekleme odasına geçmiştim. O sırada beklerken bir yandan da Yağız'ın Instagram hesabını stalklıyordum. Biyografisinde hâlâ İzmir'de görev yaptığı yazıyordu. Yaklaşık iki milyon takipçisi vardı ve fotoğrafları da fazlasıyla beğeni almıştı. Kardeşiyle çekildiği fotoğraflar, gün batımında tek başına çekilmiş bir fotoğrafı, annesinin doğum gününden kalma bir fotoğraf. Daha da aşağıya indikçe tarih uzadıkça uzadı ve ilk önlüğü giydiği zamanı buldum. Altına da binlerce beğeni gelmiş, yüzlerce yorum yapılmışti. Yorumlara tıkladığımda ise hiç tıklamamış olmayı diledim. Zira neden olduğunu bilmediğim bir öfke kapladı içimi. Neden ve nereden mi bu öfke? Tam olarak şu yorumlardan: oha çok yakışmış, bizim yakışıklı daha da yakışıklı olmuş, önlük bir adama bu kadar mı yakışır? Ve sayısız alevler, alevli kalpler, kırmızı kalpler... Ancak Yağız bunların hiçbirine ne beğeni atmış ne de cevap vernişti. Sanki hiç görülmemiş, bakılmaya bile tenezzül edilmemiş gibiydi. Bı hışımla oradan çıkıp yine bir hışımla ve hatta anlık bir cesaretle takip etmeye başlamıştım. Geri takip yapar mıydı? Onu bile bilmiyordum. Ancak görmek istiyordum. Belki de bakmazdı bile. Sonuçta adama günde kaç tane takip geliyordur? Çünkü ben de asla bakmıyordum. Kim takip etmiş, kim takipten çıkmış? Milyonlarca takipçiye bakacak değildim sonuçta. Bu işlerle genelde Özge ilgileniyordu. Arada bununla yakınıyordu ama menejer değil miydi? İşi neydi? Çalışsındı.

"Ezgi hanım."

İsmimi duymamla derin düşüncelerimden uyandım ve seslenen kişiye baktım. Bu az önce konuştuğum polis memuruydu.

Ben ona baktığımda "Buyrun,"diyerek resmi bir dille bana masaya gitmem için yol gösterdi. Başımı salladım ve telefonumun ekranını kapatıp yerimden ayaklandım. Çantamı elime alarak az önce ifade verdiğimde oturduğum koltuğa tekrar oturdum. Polis de karşıma oturup kendi önündeki dosyaları benim önüme doğru ittirdi. Dosyayı iyice önüme alıp ilk sayfasını açtım. Bu dosyada bir sürü fotoğraf ve tarihler vardı. Fotoğraf bulanıktı. Net değildi. Ama ne olduğu, kim olduğu seçilebilirdi. İlk fotoğrafta dikkatle bakmaya başladım.

Annem vardı. Birinci fotoğrafta benim annem vardı. Saçına yer yer aklar düşmüştü. Ya da ben resmin kalitesinden net bir şekilde göremiyordum. En son 18 yıl önce gördüğüm ve öldü diye yıllardır mezarına gittiğimiz pembe şakayıklar götürdüğümüz annem şuan bir mekanın önünde elinde küçük bir kız çocuğu ile ilerliyordu. Hemen altındaki tarihe baktım. Bir yıl öncesinden, bir kış ayından kalmaydı.

Başımı şaşkınlıkla kaldırıp bana pürdikkat bakan memura baktım.

"Bu tarihler doğru mu?"diye sordum hayretle.

"Evet. Hepsi yaklaşık iki aydır topladığımız kanıtlar."

Kafam allak bullaktı. Kafam acayip karışmıştı. "Ama nasıl olur? Öldü benim annem."

"Ölmemiş."omuzlarını olan şey bu dercesini yukarı kaldırıp indirdi. Polis memuru.

Tekar önümdeki dosyaya döndüm.

Gözlerim annemin elini tutan küçük kıza değdi. "Peki bu çocuk kim?"diye sordum merakla.

"Muhtemelen kızı."

Ne?

"Ne dedin? Ne dedin?" Gözlerim yuvalarından fırlayacak kadar büyümüştü bu sefer.

"Çocuk her fotoğrafta var."

Bu adam söylediklerini iştmiyordu sanırım.

"Nerde? Annem nerde?"diye sordum panikle.

"Araştırıyoruz ama sadece geride bıraktıklarına ulaşabiliyoruz. Kimliğini değiştirip yurtdışına kaçmış olabilir."

Ellerimi saçlarıma geçirip yerimden ayaklandım. Karakolda bir o yana, bir bu yana volta attım. Düşünmem lazımdı. Zamana ihtiyacım vardı. Ama beynim durmuş gibi hissediyordum.

"Ezgi hanım. İyi misiniz?"

"Değilim."diye bağırarak hiddetle adama döndüm.

Polis bu yükselmeme karşı boşluğuna gelmiş olacak ki yerinde irkildi.

Biraz daha ılımlı olarak adama döndüm ve sakin bir sesle konuştum. "Annem yaşıyor. 18 yıl önce ölen annemin yaşadığını öğreniyorum. Sonra yanında bir kız çocuğu var ve bu çocuk onun kızı. Ya annem beni altı yaşında terk edip gitti. Altı yaşında ben ölümün ne demek olduğunu öğrenmek zorunda kaldım. Sonra babam... Annem babamı çok severdi. Çok severdi onu ya. Nasıl bırakıp gidebilir?" Gözümden oluk oluk akan yaşları elimin tersiyle sildim.

"İşin peşindeyiz Ezgi hanım. İçiniz rahat olsun."

"Aynen çok rahatım şuan. Aşırı rahatım."
Sonra kollarımı iki yana kaldırıp kim ne diyecek umursamadan kendi etrafımda döndüm. "Bak ne kadar rahatım. İşin peşindelermiş." Gülen ifadem bir anda soldu. "İşin peşinde olmanız, o kadını bulmanız benim çocukluğumu geri getirebilecek mi? Bütün hayatımın bir yalandan ibaret olduğunu öğreniyorum şuan."

Korkmuştu polis. Ayağa kalkıp yanıma geldi. Dostane bir şekilde kolumu tuttu. "Sizi revire kadar eşlik etmemi ister misiniz?"

Gözlerim kapalı bir şekilde başımı iki yana salladım. "Sadece burdan gitmek istiyorum."

"Siz bilirsiniz."diyerek kolumu bıraktı. Koltuğun üzerinden çantamı ve telefonumu aldım. Masanın üzerindeki dosyayıda alarak kolumun altına sıkıştırdım. "Bunu da alıyorum."

"Alabilirsiniz."

Sonra arkama bile bakmadan terk ettim orayı. Gerçekleri öğrendiğim yerden kaçmak istercesine çıktım. Oysa hâla yanımda götürüyordum dosyayı. Gerçekler hep benimleydi halbuki. Gözümün önünde.

Hayatımın yalan olduğunu, bütün çocukluğumun gerçek dışı olduğunu öğrenmiştim az önce. Daha az önceydi bütün gerçekleri peşime takışım. Sonra ruhen bir yerde tökezleyip yığılıp kalışım. Daha az önceydi sanki kabuslarımı süsleyen kaza günü. Az önceydi annemi toprağa verişim. Az önceydi babamın karısının mezarı başında ağlayışı. Az önceydi her doğum günümde geçen kasvetli günler.

Ve şimdi hayatımın tam ortasına gelmiş, kurulmuştu yine kötülükler. Yine başaramamıştım onları kovmayı.

Bu halde araba kullanamaz, kaza yapardım. Karakolun bahçesine inip arayabileceğim tek kişiye tek bir mesaj attım.

Yağız ismine bastı parmaklarım. Ve parmaklarım klavyenin üzerinde dans etmeye başladı.

Ezgi: Karakolun önündeyim. Beni alabilir misin?

Cevap çok gecikmedi. Saniyesinde geldi.

Yağız: Hemen geliyorum.

Yağız gelene kadar tek yaptığım gözlerimi kapatıp havadaki oksijeni içime çekmek ve biraz kafamı toparlamaktı.

______________

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Kitabın akışından haberdar olmak için beni @turkuaz_okur Instagram hesabımdan takip edebilirsiniz.

İyi ömürler...🦋

BU DÜNYADAN DEĞİL (İki Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin