Giriş: Dört Mevsim

10.4K 392 58
                                    

yle kaç bahar oldu?

-

Görücü usulü, büsbütün karşı olduğum bir konsept. Bana hayatın boyunca ne yapmazsın derseniz asla böcek yemeyeceğimi, babet çorap giymeyeceğimi ve görücü usulü evlenmeyeceğimi söylerim.

Babannem prensiplerime meydan okuyor. Böcek yememi, babet çorap giymemi teklif etse yine mesele değil. Evet, görücü usulü evlendirmeyi teklif ediyor.

"Babanne..." diye yakarıyorum ve çatalımdaki sarmayı ağzıma atıyorum. Sarmayı hızlı hızlı çiğnerken bütün nezaket kurallarına meydan okurcasına konuşmaya devam ediyorum. "Gözünü seveyim beni rahat bırak."

Burnuna düşmüş gözlüklerini hışımla geri ittiren ihtiyar bana böcekmişim gibi bakıyor. "Bu zamana kadar bıraktık da ne oldu? Rahat bırakmış! Sen kendin adam oldun da biz maniyiz sanki!"

"Ben buraya azar değil sarma yemeye geldim!"
Arsız karşılığım onu iyice sinirlendiriyor. Elindeki örgü şişiyle kolumu dürtüyor. "Bak tansiyonum çıkacak ha çocuk, ya düzgün dur ya da kaybol git evimden!"

"E sen gel dedin diye geldim!"
Telefonda bana ölüyorum bitiyorum, Azrail na şurada bekliyor, kolum çekiliyor kalbim sıkışıyor diye ayılıp bayılan o değilmiş gibi utanmadan sapasağlam karşımda oturmuş örgü örüyor. Sahtekar kadın her seferinde ayağına getirmek için Azrail kartını oynuyor ve ben de her seferinde yutuyorum.

Ya da yutmak istiyorum, aslında onu göresim geliyor da yalanına inanıp geliyorum.

"Sen ne hayırsızsın sen! Ayılıp bayılmasam gelmezsin kapıma!"

Uzanıp yanağından bir öpücük alıyorum ve hemen geri kaçıyorum. "Gelirim! Sen böyle güzel sarmalar dolmalar yaparsın da gelmem mi!"

Koluma hiç de hafif olmayan eliyle bir şaplak indiriyor. Fazla acımasız. "Sırnaşma eşek! Aşevi mi burası aç karnını doyurup gidiyorsun!"

Hiç de öyle yapmıyorum. Daha yarım saat önce banyonun gevşeyen ampulünü sıkmıştım, geçen gelişimde cam sildirmişti, ondan öncekinde de en sevdiği tenceresinin kulpunu tamire götürmüştüm. İhtiyar kısmına yaranılmıyordu ki.

"Ne istiyorsun yav, ne?" diye yakarıyorum. Bugüne kadar tanıdığım bütün kadınlar arasında beni en çok süründüren bu yetmişlik çıtır. Onun dışındaki hiçbir kadın kıyıp da süründürememişti. İnsan beni süründürmezdi, öpüp koklardı.

"Ne mi istiyorum?"
Retorik sorularla beynimi oyalıyor bir de.
"Ne mi istiyorum?" diye yükseliyor. Elindeki örgü şişelerini masaya bırakıyor. Sinirliyken amma tatlı. "Evlen, yuvanı kur, serseri serseri dolanma ortalarda, yerin yurdun belli olsun paranın gittiği yer belli olsun istiyorum! Adam ol adam!"

Bir sarma daha atıyorum ağzıma. "Senin derdin mi yok kadın? Niye evrenin en büyük sorunu benim bekarlığım ha niye?"

Yüzünü buruşturuyor. "Sen iyi bilirsin niye olduğunu."

Sırf yüzündeki ifade bile ne dediğini anlamama yetecek kadar tanıdık bana. Yalnızca tek bir kişi için bu mimiği yapıyor Sema Hanım. Yeryüzündeki en gıcık olduğu insan için.

"Ben onu bunu bilmem! Dünya gözüyle senin yuva kurduğunu görmeden öteki tarafa gidersem iki elim yakanda Ahmet Efendi!"

Başımı sağa yatırıyorum. "Oldu canım! Başka isteğin de var mı?"

Atlas Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin