🎧 Exo - The Eve
Hızla ilerleyen aracın içinde dağılan melodi küçük çocuğun kanına karışarak onu biraz daha rahatlatıyordu. Gergindi. Yıllar sonra basının karşısında yer alacağının bilinciyle çıkmıştı bu yola. Fakat ne dengesiz bir ritimle sallanan bacağına , ne de tırnak etlerini koparan parmaklarına bir çare bulamıyordu.
Annesinin öldüğü günden beri flaşları gözünü kanatan kameralardan , olur olmadık zamanlarda saçma sorular yönelten muhabirlerden kaçmıştı. Geçmişten gelen travmalarını tetikleyen bu unsurlar birleşince nefes darlığına ve sosyal anksiyeteye kadar binbir yan etkiye sebep oluyordu. Herkes gibi o da ölüm haberini telefonla ya da hastane koridorlarında öğreneceğini düşünse de , bir pazar kahvaltısında kafasını dağıtmak için açtığı saçma bir magazin programından öğrenmişti annesinin öldüğünü. Son dakika haberi olarak geçmişlerdi. Terfi bekleyen aç gözlü bir kaç muhabir leş kargaları gibi doluşmuştu hastane koridorlarına. O anlar aklına geldiğinde bacağındaki ritim iyice dengesizleşmişti.
Usulca kafasını yanındaki adama çevirdi. Git desede gitmeyen her koşulda yanında olan adama. San bugün onun aksine oldukça keyifli bir ruh halindeydi. Defilenin yapılacağı alana ilerlerken arabada çalan şarkıya eşlik ediyordu vişne rengi dudakları. Oturduğu koltukta biraz kayarak daha rahat bir pozisyon almaya çalışmıştı. Başını , yağan karı seyre dalan adamın geniş omzuna yasladı. San'ın sağ eli üst bacağını kavramış usul usul okşamaya başlamıştı. Hemen ardından uzun siyah saçlarında hissettiği kelebek öpücükleriyle gözlerini kapattı. "Neden bu kadar gerginsin?" Bir fısıltı gibi çıkan kadifemsi ses gözlerini daha sıkı yummasını sağlamıştı. Yıllarca basından kaçtığını , insanların artık sadece adını bildiğini , geçmişten gelen travmalarının olduğunu ona anlatmak istemiyordu. En azından bugünü es geçmeliydi. İçinden bugünü ataksız geçirmeyi umarken yanındaki genç adamı uzun süredir cevapsız bıraktığını hatırladı. "Bugün Hongjoong için çok önemli bir gün. Endişeliyim.Umarım bir problem çıkmaz." San asıl problemin ne olduğunu bilmeden genç çocuğu rahatlatmak için kurduğu cümlelerini minik öpücüklerle destekliyordu. Wooyoung'dan ikna olduğuna dair birkaç mırıldanma duyunca sessiz kalmış ,genç çocukta yaslandığı geniş omuzda düşüncelerinden kaçmak için kısa bir mola vermeye devam etmişti.
İşte tam olarak korktuğu şey buydu genç çocuğun. San'la arabadan indikleri andan itibaren susmayan deklanşör sesleri ve her click sesinden sonra kör eden flaşlar genç çocuğa oldukça zor anlar yaşatıyordu. Reklam panosunun önünde basına verdikleri ilk çift pozları sırasında durum iyice kötüleşmeye başlamıştı. Soğuk ter damlaları ensesinden başlayıp sırtına doğru yol açmaya başladığında ellerini nereye koyacağını bilememiş sıkıca sevgilisinin beline sarılmıştı. Adamın tüm üst vücudunu saran tül bluz yumruk yaptığı avucunun içinde kırışmaya başlamıştı.
Bir krizin yaklaştığını hissediyordu. Tanrım lütfen şimdi değil... Gözleri kaçış yolu ararcasına etrafında gezmeye başlamıştı. Bacaklarındaki güç tükenmeye yüz tutmuşken bir şey olmuştu.Sanki Tanrıda onun yanında olduğunu düşündürmek ister gibi muhabirler odağını başka birine çevirmişti. Kang Yeosang. Güvenli limanı bir kez daha dev dalgalardan kurtulmaya çalan filika misali onu kurtarmıştı.
Genç adam uzun siyah saçlarını gözlerinin önünden çekerek bir manken edasıyla aralarına girdi. "İki poz. Daha sonra San'ı da alıp içeri geç. Burayı ben hallederim." Gülümseyen dudaklarının arasından kardeşinin fısıltısını işitti. Onca gürültü arasından seçebildiği kelimelerdi bunlar. Minnettar bir şekilde sol elini kardeşinin sırtında gezdirdi. Bu bir çeşit teşekkür ederimdi onlar için.
Geniş podyumun iki tarafına dağılmış davetlilerin boğuk sesleri tüm mekanı yutmuş gibiydi. Kimseyle göz teması kurmadan sevgilisinin elini sıkıca kavramış , kendilerine ayrılan beyaz sandalyelere ilerlemişti.
Bembeyaz zemin , aynalı duvarlar ve ortaki uzun podyumu barındıran ortam küçük çocuğu mest etmişti. Oturduğu rahat sandalyeye yerleşip biraz daha sakinleşmeye çalıştı. San hiçbir şeyin farkında olmasa bile bir şeyler olduğunu anlamış gibi bir elini çocuğun iç bacağına yerleştirdi. "İyi görünmüyorsun hayatım. Elini yüzünü yıkamak ister misin?" Endişeli gelen sesini yumuşatmak için yüzüne en az sesi kadar tedirgin bir gülümseme yerleştirdi. Küçük çocuk hızlıca saatini kontrol etti. Defilenin başlamasına yarım saatten az bir süre kalmıştı. Ama genç adamın da dediği gibi buz gibi suyla rahatlamaya ihtiyacı vardı. Onaylar bir şekilde kafasını salladıktan sonra San'da onunla birlikte ayaklanmıştı. Ellerini iri bedenin kaslı göğsüne yerleştirerek onu yerine geri oturttu. "Kendim halledebilirim. Sanırım Hong'tan daha gergin ve heyecanlıyım." San tam itiraz edecekken bu sefer dudaklarının üstündeki çilek tadıyla kesilmişti cümleleri. Wooyoung ıslak bir sesle dudaklarını ayırdıktan sonra afallayan adamın haline gülümsemişti. "Sen de ben gelene kadar bize içecek bir şeyler alabilirsin. Tercihen bir kadeh Dom Perignon'a hayır demem." Gülümsemesini kaybetmeden hızlı adımlarla kendini dışarıya attı.
İnsanların gitmesini beklerken soğuk suyla ensesini ovuyor, bir yandan da karşısındaki aynadan lavaboya giren çıkan insanlara dikkat kesiliyordu. Şimdilik gelen gidenle bir problem yaşamamış kimse ne oluyor diye sormamıştı. Çeşmeyi kapatıp aynadaki yansımasına baktı. Küçük bir çocukken yaşadığı şeylerin hâlâ peşini bırakmamış olduğunu bilmek , onu karanlık ve karamsarlık dolu bir ruh haline itiyordu. Dipsiz bir kuyu gibiydi. Ne zamanında aldığı tedaviler ne de gittiği psikologlar. Hiçbiri işi yaramamıştı. Titreyen parmaklarıyla ceketinin içine giydiği korsenin iplerini gevşetti. Nefes alamıyordu. Korseyi çözen parmakları hızlandığında diğer elini de dağılan saçlarının arasına attı. Telaşlı hareketleri edindiği sakinliği yıkıp geçerken boşalmış olan lavabonun kapısı hızla açılarak arkasında kalan duvara çarptı. Yüksek ses yankı yapıp bir şok dalgası gibi vücuduna çarpmıştı. Gözleri aynadan arkasında kalan bedene odaklandı. Yeosang en az onun kadar tedirgin görüntüsüyle nefes nefese öylece duruyordu. İzin ister gibi elini uzattığında küçük çocuk bedenini ona çevirdi. Çevik bir hareketle rahatlatıcı bir kucaklamanın içine çekildi. Kendinden uzun olan beden onu göğsüne yaslamış , parmaklarını uzun ipek saçların arasına daldırmıştı. "İyi misin?" Yaslandığı göğüsten biraz uzaklaşarak bu sefer alnını çocuğun geniş omzuna yasladı. "Düşündükçe nefesim kesiliyor. Sanki görünmez bir el boğazıma yapışıyormuş gibi hissediyorum. O his o kadar iğrenç ki görünmez olmak istiyorum." Ağlamaya başlayan genç çocuğun sırtını sıvazlarken en az onun kadar kötü hissediyordu. Zamanında Wooyoung'un neler yaşadığına , tedavi sürecine , kendini eve kapattığı ve herkesi reddettiği zamanlara şahit olmuştu. Tekrar aynılarının yaşanmasından deli gibi korkuyordu. "Geçti Wooyoung. Eskisi gibi değilsin. Sen daha güçlü daha ulaşılmazsın. Hem bak yanında artık San var. O seni karanlık kabuslardan çekip alır. Lütfen kendine bunu yapma. Annende böyle olmanı istemezdi." Küçük çocuk hem annesinin hem de sevdiği adamın adını aynı cümleler içinde duyunca birazda olsa rahatlamış hissediyordu. Kendinden çok sevdiği iki insanın varlığına ve daha önceki varoluşlarına minnattardı. "Anladığım kadarıyla Choi'nin bir şeyden haberi yok. Elinde iki kadeh şampanyayla öylece oturup tanıdığı herkese seni soruyor.Onu daha fazla bekletmeyelim." Saçlarına konan öpücükle genç bedenden ayrılıp kafasıyla onu onayladı. Bir kez daha aynanın karşısına geçip kendine çeki düzen verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
King of Disaster | Woosan
Fiksi PenggemarKollarındayken, her şeye sahipmişim gibi hissediyorum. -Cinsellik - Alkol - Şiddet içerir.