GÜNEY KUTLUAY
Bir sonbahar gecesi, terk edilmiş küçük çocuklar tavana asılmış bir cesetten başka bir şey değildi.
Şizofren kız, sosyapat ağabey. Her gün kurtuluşu dilereyerek Tanrı'ya dua ediyorlardı. Kendini masum sanan o iki küçük çocukun tek bilmesi gereken şey;
Tanrı, saf ruhların duasını kabul ederdi.
Göğüslerinden hançer saplanmış ve şeytanlar tarafından kalpleri birbirlerine hediye edilen çocukların ruhlarını ancak Hephaistos isterdi.
Sevgiye aç kalmış çocuklar, yerde kan gölüne bulanmış kadınlar, başları kesilmiş adamlar göğüslerinden hançerlenmiş, hayatlarının son azabını çekmişlerdi.
Ama adalet?
Hayır, adalet asırlar önce görevini bırakmış, o da kalbinden hançer yiyerek duygularına teslim olmuştu.
🃏
Suyun içinde boğulmuş ve göğüs kafesinde inanç adlı hançerin izini taşıyan o adamım ben. Gözleri yaşamak için çabalayarak parlayan ama bu parlaklığı maske ile kapatan bendim.
Şimdi yüreğimde hissettiğim şeyin pişmanlık ve acı olduğunu biliyordum.
Her acı benim için bir ateşti, yanıyordum ben ama daha çok boğulurmuş gibi hissediyordum. Dayanmıyordum, dayanamıyordum.
Kurtarılmak için her yardım çığlında kendi kendimi bitiriyordum.
Kimdim ben? Neyin nesiydim?
Ayyaş herifin teki mi yoksa ailesine değer veren örnek bir insan mı? Bana kalsa ikiside değildim.Çünkü ayyaş olmak için bile insan olmak gerekiyordu, ben insanlıktan çıkmış ve kendi inançlarından vazgeçmiştim.
Yıllar önceki acı da değerlimi koruyamamıştım, şimdi ise tek bildiğim yıllar önceki aynı acı ile Aren'i kollarımda tuttuğumdu. Onu belinden ve sırtından kavramam ile beraber İzgi'nin telefonda ağlayarak yalvarması bir oldu.
Tek isteğim bir kişinin daha kollarımda ölmemesiydi.
Yıllar önce yaşadığım suçluluk duygusunu tekrar yaşıyordum. Onu koruyamamıştım. O hala küçük ve savunmasızken koruyamamıştım.
Sonbahar akşamlarını hatırladığımda babamın bize sakladığı azap çektirme arzusu gün yüzüne çıkardı.
Babamdan ilk dayağını yediği gün yanıma gelmiş, cılız bedeni titreyerek bana bakıyordu.
Gözleri ağlamaktan şişmişti, ne annesi onu kurtarmış ne de ağabeyisinin gücü yetmişti.İzgi'nin ambulansı araması ile beraber kalbimde birşeyler olduğunu hissettim.
Aynı şeyi yaşıyordum ama bu sefer tek değildim, büyümüştüm. Aren'i kollarımda taşıyacak gücüm vardı ama kurtarabilecek bir gücüm var mıydı?
O da elimde kaybolan bir ceset gibi hissediyordum, acele ile İzgi'ye baktım. Korkmuş gibi görünüyordu, gerçekten korktuğunu dahi bilmiyordum.
Ellerim yanık izine değmiyordu, kollarındakinin sebebi bendim. Benim aptallığım yüzümden, benim korkaklığım yüzümdendi.
Kollarımda Aren'i arabaya doğru taşırken içimde büyük bir kasvet vardı. Bahçeye çıktığımda zaten sesler duyulmuş, bu sokakta yaşayan insan kılığına girmis varlıklar bizi izliyordu. Aren'i tam arabanın arka koltuğuna koyacakken ambulans seslerini duydum.
"Yardım edin!" Dedim. Sesim çaresiz çıksın istedim ama belki bunu bile beceremedim.İzgi ağlıyordu, timsah gözyaşı buna mı denir? İnsanlar bana tiksinerek, kollarımda olan küçük kardeşime ise acıyarak bakıyorlardı.
Ambulans son ses sirenlerini açınca yaklaştıklarını anladım.
3 dakika 16 saniye içerisinde evin bahçesine gelen ambulans ve ilk yardım ekibi gözlerimin önündeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YALAN SÖYLEME OYUNU
Gizem / GerilimBu oyun ikiyüzlülerin ve yalancıların oynadığı tek oyundu. Bu oyuna layık olmak taç giymekten daha önemliydi çünkü doğruyu ve gerçekleri söylerseniz kaybetmiş oluyordunuz. Yıldızlar insanlara cenneti yaşatırken bana cehennemi yaşatıyordu. "Kendi iç...