çekimin başlamasına 15 dakika var. çekimin başlamasına 14 dakika var. çekimin başlamasına 13 dakika var.
çekim dışı konuştuğumuz andan beri 4 çekim peş peşe çekilmişti. hiç hatasız. saat neredeyse akşam 9, son bir sahne kalmıştı. her şey yolunda ilerliyordu.
belirsiz ve eşit kesilmemiş perçemlerimden akıp lavabomun içine damlayan her su damlasının aklımdaki zamanın sayacı rakamlaştırıyordu tüm metaforlarını, yapabildiği tek şey buymuş gibi. tıpkı benim de yapabileceğim tek şeyin kaçmak olduğu gibi. böyle diyorum çünkü biliyorum ki korkularından muaf olan bir an olsa tüm dahiyane fikirlerinin dolandığı tek kavramdır değersizliğin. bir parça kutsanmak için özdeşleştiğin benliğinin olmaması da cabasını getirir bu değersizliğin. kurtulmak ise elde değil.
arkamdaki kapının açıldığını duyduğumda lavabodan aynaya döndürdüm kafamı. arkadaki gördüğüm iki deli mavi göz direkt ruhuma bakarmışçasına aksettirdiği bakışlarını hissettiğimde bir anlığın cesaretiyle ben de derin derin bakmaya koyuldum aynanın yansımasına. bu açıdan bakınca saf bir çocuk gibi görünüyordu ama bunu demek için o nereden geldiği belirsiz cesaretin pençesinde olmak zorundaydım. her zerresinde farklı farklı söylemler aklımdan arkasını aramaksızın geçerken sesini duymam tekrar gözlerine döndürdü beni.
"bugün yaptığımız her çekimdeki kaçamaklarının sebebi nedir?"
arkasına yaslanıp kollarını göğsünün üstünde bağladı, sanki uzun uzun dinleyecek bir şeyi varmış gibi. derin bir nefes alıp tekrar lavaboya döndüm. artık aklımdaki sayaç durmuş zamanın kavramını çoktan yitirmiş gibiydim. burnumu çekip toparlamaya çalıştım, gitmesini umarak.
umduğum olmamıştı.
bileğimde hissettiğim sıcaklık tüm bedenimi sertçe geniş bir sırtın arkasına yönlendirmişti. o anlık sert çekiştirme bir tuvalet kabinin arkasına sırtımın dayanmasıyla bitmişti. ne olduğunu anlamayıp sıkıca kapattığım gözlerimi kırparak açmam tam önünde iki deli mavi gözlerin en yakınından görmemle sonlanmış, dizlerimin bağınının çözüldüğünü hissetmiştim. aldığım derin nefes titrek bırakmıştı kendini tuvaletin soğukluğuna.
"artık görmezden de mi geleceksin?"
ne zaman benimle senli benli konuşmaya başlamıştı bilmiyordum. sesinin ilk kez bu denli soğuk çıktığını duymam irkilmeme sebep olmuştu ama altta kalır yanım ve niyetim yoktu. yanıma dayadığı koluna bir anlığına göz değdirip gözlerine döndüm. gerçekten de bir şey dememi bekler gibi bir hali vardı yüzünde. kaşlarını çatıp yüzüme bakması, dudağının bir kısmının buruk olması. nefes alıp verişi bile sanki benim tek bir hareketime odaktı. dilerdim daha fazlasını. sigara içemeyi de dilerdim tam şu an, eminim pişman olacaktım köpek gibi bu düşündüklerime ama düşünmeme engel olan iki çift gözün hem gönülden tutsağı hem de esiriydim o an.
dilerdim parmağıma dolamayı bu oğlanı ve oynamayı onunla. dilerdim bana sırılsıklam aşık olup her duygumu yüzümden okumasını. düşüncelerime girip yetemediğimde iki kelimeyi birbirine halatla bağlamasını ve o iki kelimenin kopmaması için beynimin her zerresine işlenmesini. sevginin laflarını dudaklarının arasında duymaktan ziyade derimin altına işlenmesini isterdim laflarını. uzak gelirdi bana, çok sevseydim. içimde olmasını dilerdim. en derinimde dursun isterdim. yetmezdi.
ruhumun ruhuna dolanmasını isterdim. yetmezdi. yetmezdi.
daha fazlasını isterdim.
istememem gerekirdi.
tüm odağının elimde olması bir anlığına bir şeydi ve
önem arz etmiyordu ne onun için ne de benim için.elimin bir tanesini giydiği siyah gömleğin üstünde göğsüne kapatmıştım. vücudunu ve sıcaklığını hissederek çıktığım ensesinden tutup kendime yaklaştırdım. burnuna dolan ter kokusuyla karışık parfümünün kırık kokusunu duyduğumda alt karnımda hissettiğim hisle duraklayıp konuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monolog Senaryo // satosugu
Fanfiction"satoru gojo. oyunculuğa genç yaşta başlamış bir nepo bebektir. babasının oyunculuğudan ötürü eğitilerek büyümüştür. bu ülkede işlek her caddenin göz alıcı, ziyadesiyle büyük reklam afişlerindeki isimdir. bileğinde değeri markasından büyük şatafatlı...