fırsatları kaçırmak bizden bir şey götürür mü? sözgelimi bu titrek deli gözlerle bakışıp arkamı dönsem, yaşadığım basitlik hissini başka birinin koynunda arar durur muyum? başka birinin bedeninde de basitleşir miyim? terden alnına yapışan saçlarını arkaya itmezsem bunun için ömür boyu vicdanımı rahatlatacak bahaneler arar mıyım? bu yalansız yüzün, kuytu gözlerin bakışında yer almazsam bir daha affetmediğim vakitler olur mu kendimi? bilemiyorum. körüm misal, görüyorum misal. hep mi böyle çocuksu bakar? hal buysa ya o ya bu zamanıdır tam şu ansızlık. ya alırsın bu basitliği üzerimden, gojo satoru ya da zalim olursun. ama diyorum ya. iyi diye. muhakkak iyi.
sıcak nefesi yüzüme çarparken kendimize gelmemizi bekliyorduk orada. zamanın eşiğinde kalmış gibi harıl harıl arayan seslerin varlığı ancak varıyordu kulaklarıma. satoru gojo'nun teninin kokusu bile bir farklıydı, vişne gibiydi kokusu. daha da yakınlaşırsam öpecek gibi bir hissiyat dürtüsüyle durup üstümü toparlamaya koyuldum. üstümdeki ağırlığını bırakan satoru gojo da aynısını yapmaya koyuldu. bir şey demeden kapı kulpunu indirirken kolumdan tutup durdurdu beni.
"bir şey demeyecek misin?"
mahcup bir hali vardı gözlerinde ya da ben öyle düşünmek istediğimden göremedim neyin ne olduğunu. her halükarda ilk bunu demesini beklemezdim.sessiz kaldım biraz yüzündeki ifadede. anlamlandıramadığım ilk ifade, anlamsızlaştığım ilk andı zira.
"satoru gojo, bilemiyorum insan bu denli mi mükemmeliyetçi olmayı ve ne var ne yok elde etmeyi hırs bilir?"
kaşları çatıldığını görüyordum, o gömleğinin kollarını düzeltirken. odağı bende bile değil, sanki istediğini almış gibi davranıyor, duymuyor gibiydi. nefret ettim ansızın.
"ne demek istiyorsun, suguru geto?"
durdum, önüme düşmüş saçlarımı kulağımın arkasına itip inatla gülerek konuştum.
"şu zamana kadar çektiğimiz sahnelerdeki performansımı beğenmemiş olacaksın ki böyle bir hareket yaptın bana. sırf dediğim o laflardan sonra değil mi? sırf eşcinsel iş arkadaşlarım olduğunu söyledim diye seni ayırıp ayrıştırmayayım diye değil mi? sırf senin için bir fayda sağlamayacak filmden en üst raddede gelir elde edebilmek için değil mi?"
güldü hafifçe. sesi yankılandı bulunduğumuz bu boş tuvalette.
"suguru geto, kendini bu kadar değerli sanman niyedir acaba? bu denli dokunulmaz, bu denli erişilmez sanman niyedir acaba? kendime yapacağım haksızlık bir başkasına yapacağım haksızlıktan daha kusurlu ve önemlidir benim için." kapının kapağını açıp dışarı adımladı, lavaboların önüne doğru yürüyüp ellerini giydiği kumaş pantolonunun cebine soktu ve geri baktı, bu ülkenin parıldayan oyuncusu.
"aklına senin değerli olabileceğin ya da senin dediklerine takılı olabileceğim düşünceleri gelmesin. kimsenin ne dediği umurumda değil benim hakkımda, kimin konuştuğu, kimin öttüğü, daha da açık olmam gerekirse sikimde değil. bir anlığın gafletiyle ikimizin de parçası olduğu durumun hesabını bile sormayacağım sana. elimi sık diye uzatıyorum diye, biraz bir şey biliyorum senin hakkında diye büyük adam olmuyorsun. saygı adabı diyelim. çok da bir şey arama."
dediklerini idrak etmekte çektiğim zorluk beni afallatmıştı ama devam etti.
"ve performansıma gelirsek, evet. beğenmediğimi söylemeyeceğim ama yanıma yakışan bir oyunculuk deği-"
yanına bir hışımla ilerleyip yüzüne yapıştırdığım tokatın etkisiyle susmuştu, o sustukça ben de susmuştum ama devam etti konuşmasına en nihayetinde. hiçbir şey olmamış gibi. en soğukkanlı haliyle. kıpırdamamak bilmedi dudakları."bu yüzden, senin kitabını oynamanın bir yararı olur diye düşündüm oyunculuğuna, suguru geto." eliyle çenesini tutup vurduğum yeri parmaklarıyla yokladı. "sen değilsin her şeyin odağı, bir daha düşün kimin ne olduğunu."
uzun zamandır gördüğüm en soğuk bakışı atmıştı bana kaşlarının altından çenesini tutarken ve defolup gitmişti bulunduğumuz tuvaletten. derin bir nefes alıp verdim. her ne denli acımasız olsa da her dediğinde haklıydı. her bir kelimesinde olan haklılık payıyla kendimi boğmak istedim. isimsiz kaldım o paylarda, hayırsız kaldım.
her şey olması gerektiği gibiydi. tüm set tamamdı, yorgun olması gerekirken herkes bilakis enerjik yapıdaydı ve tıkırında işliyordu her şey. sanki her şey ilerliyordu da ben geriliyor gibiydim o an. shoko'nun herhangi bir şeyden şüphelendiğini düşünmüyordum ana birkaç kez suratıma sessiz bakışlar atmış olmasına rağmen bir şey dediği olmadı. garip bir durumdu ama çok da önemli değildi. shoko'nun tüm odağı kamera olduğunda çekim başladı.
"günün son kaydı, toparlanın!"
KAYIT
sahne 12: saat 12, dükkanda."bisiklet sürmeyi biliyor musun?"
elleri kille batık olan adam, parmaklarıyla bir vazonun başını düzeltiyordu. odağı oradaydı ki bana bakmıyordu.
"evet, biliyorum."
"ben hiç öğrenemedim."
"n'için?"
"gerek duymadım."
susuldu.
aklım boştu, senaryodan bağımsız olamıyordum ama."istediğin asıl meslek nedir?" sordu vazoyla uğraşan.
"sorma, gülersin." konuştum, vazonun ağzını nezaketle ve zarifçe düzelten parmak uçlarına. ama sadece onlara.
"sordum bir kere."
çekinceli bir ses çıkarıp çıkarmayacağıma şüphem vardı ama gelişigüzeldi her şey o an."çiçekçi." parmakları durdu ansızın ve gözlerime döndü, şaşkın bir ifadeyle. bir süre baktıktan sonra tekrar döndü vazo olacak kiline.
"değişik bir tercih. ben olsan bilgisayar mühendisi olurdum."
"neden olmadın?"
"baba borcu maalesef."
"kabul ettim nedenini."
güldü. babasının ne denli değerli olduğunu artık biliyor olmam gerekiyordu.
"neden olmak istiyorsun çiçekçi?"
"kendimle zorum var."
"muallakta bir nedenmiş."
"kendimle derdim var benim."
"olur ya çiçekler boşta kalır, buketlerden ziyade düşün benim vazolara da koymayı. kaybolmadan ne kendine olan derdin ne de çiçeklerinin güzelliği."
donuk yüz ifadesiyle söylediği cümlelerin hissiyatı hiç benim derime geçmiyordu. o sadece söylüyordu. ben de sadece cevap veriyordum. yaptığım işin en dibinde, oyunculuğun anlamsızlaştığı o noktadaydım. ama yine de zorluyordum çıkması gereken her kelimeyi. ruhum çekilmiş gibi çekildiğim mavi gözlerinin değdiği her zerremde utanç silsilesini iliklerimde hissederken. bir an artık duyduğum tek şey bile yoktu.
"kayboldum ben hepten zaten. ama nerede diye sorma, bilmeyesin."
sahne 12: son
KESTİK."gayet yeterliydi. iyi akşamlar diliyorum, dağılabilirsiniz."
sesi duyar duymaz bakışlarımdan çekilen o iki çift gözle beraber kendime gelmiştim. kendime geldikçe sahneden ayrılırken shoko'nun minibüs benzeri olan arabasına doğru ilerleyip kostümleri arabanın en ön gözüne bıraktım. shoko hep böyle yapmam için azarlamış, iyice kafamı didikleyerek öğretmişti. en azından artık yapıyordum. minibüsün en arkasına uzanacakken bir gülün ve küçük süslü bir çantanın içindeki eski, yıpranmış küçük çikolata ambalajlarını gördüm. ne elime alıp incelediğim çikolata kağıtlarının içinde hiçbir şey yazmıyordu ne de gülün etrafında herhangi bir not yoktu. shoko'nun işlerinden bir tanesidir diye düşünüp bir daha dokunmadım ve o koltukta sabaha kadar uyanamadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monolog Senaryo // satosugu
Fanfic"satoru gojo. oyunculuğa genç yaşta başlamış bir nepo bebektir. babasının oyunculuğudan ötürü eğitilerek büyümüştür. bu ülkede işlek her caddenin göz alıcı, ziyadesiyle büyük reklam afişlerindeki isimdir. bileğinde değeri markasından büyük şatafatlı...