tokyo'dan ayrılmanın ilk senesi, ruhum boğum boğum, dilimde kırık ingilizce. satoru gojo'suz ilk yaz, yanımda shoko ile uzun zamandan sonra ilk bira gecesi ve ucu bucağı gözükmeyen serin deniz. shoko'nun yanında büyük çabaların sonucu ilk uğraşı olan senaryo ve dilinde benim ismim, gözlerindeki parlaklıkta bize dair umutların önümüzdeki denize döşenişi. huzursuz kıpırdamamı aldırış etmeyen göz devirişi, en yoktan gelip mümkün kılan amerika toprağı ayağının altında şimdi devrimi."gojo satoru evlenecekmiş."
birasından aldığı yudumla bana bakmadan buyurmuştu ona dair en çok beklediğim haberi. acıtmamıştı o an, daha çok sürüklemişti şu lacivert denize. gözlerinin koyusu renge. burnumun direğini onun bedeninin kokusu değil, bir başka denizin kokusu sızlatıyordu şimdi. tanımadığım bir hava çarpıyordu, tanımadığım bir farkındalığı biliyordum şimdi. konuşmadım dediğine, bilmiyordum çünkü ağzımdan ne çıkar, aklımın dengi ağzımla bir değildi. hayret de edebilir, tebrik edebilirdim. kimin defterine ne yazardı ona tuttuğum dilekler? onun adına işleyeceğim benden tutam? içtim shoko'nun yolda gelirken aldığı en sevdiğim markanın birasından.
"'tebrikler, gojo satoru' demeni beklemiyordum aslında ama tepkisiz kalman da hiç hoş değilmiş."
bana döndürdü bakışlarını. göz kapakları gecenin derinene indiğimizden bu yana çökmüş, varla yok arası bakıyordu bana. giydiği şort ve askılı beyaz üstünün içinde çok kırılgan, hiç uğraşmamış, hiç kırılmamış, hiç çabalamamış biri gibi duruyordu shoko fakat gözlerinin yorgun bakması benim gözlerimde de yorgunlukla bitiyordu her seferinde.
"ne diyebilirim ki, shoko? aklımdan geçiyordu ondan bir sonraki duyacağım haberin bu olacağı. aklımın bir yerini hep kaplıyordu. ama diyelim ki 'tebrikler gojo satoru, en basit yolu seçmişsin' diye çığlıklar atıp onun adına sevinsem ne yazar ve kime yazar bu? ya da... ya da gözlerimi kaybedecekdeğin ağlasam, 'neden satoru?' diye sorgulasam, bilsem bile cevaplarını, sorgulasam benim bir hata olduğumu, bir kusur olduğumu değiştirecek mi ilelebet? iki ucu da bu gerçekten saptırıyor mu beni? bence cevabı hayır. dünyalar güzeli bir kadınsa seçtiği, dünyalara bedel bir kadınsa seçtiği ya da en alımsızı ve en zenginiyse, ya da en fakiri ve en çalımsızıysa benim kime ne hakkım düşer onun adının yanında? biliyorsun beni. neyimin toplumun isteğine ters olduğunu. belki kadın olsam kabul görürdü beni korkularının tümü."
"doğru, suguru." durakladı, önümüzdeki denizin dalgaları coşmuş, kayalara çarpıyordu. shoko'nun en üzgün ses tonunu duymuş gibi olduğumdan tüm dediklerimin anlamları suyun ırmağının yatağında kurumuş toprak misali dinmişti.
"doğru, suguru. ama ben neden, neden senin en büyük sevabın o adammış gibi hissettim hep?"
"en büyük sevap mı?" güldüm dediğine. o gülmedi ama.
"evet. en büyük sevap. çocuklaşabildiğin, keyif aldığından ötürü kameradaki tökezlemelerin fakat hiçbir zaman ödün vermediğin o sevabın. fark ettim suguru. senin onu nasıl sevdiğini." bitirdi birasını lafından hemen sonra. ben fark etmez sanmıştım oysaki.
ayağa kalktım dediğinden sonra bir şey demeden, biraz daha yakınlaştım denize. rüzgar üstümdeki ince kıyafetleri uçuruşturunca kumaşın tenime değen hissi yabancılaşıyordu gitgide. çoğu şeyin yabancılaştığı gibi. sözgelimi, ellerinin sıcaklığını bundan böyle hissedemez olmuştum. halden bilmez onun yalanlarına budala gibi inanışım yabancılaşıyordu aylar geçtikçe. aylarca dokunamadığım gövdem, yabancılaşıyordu yataklara. tufan olmuş düşüncelerimden sıyrılıp gelen bir tek onun adıydı fakat kendi ağzından nasıl duyuluyordu adı ve sanı hatırlamak bana yabancılaşıyordu. kendimden verdiğim taviz, kendimden verdiğim ödün aramızdaki mesafelere dayanarak yabancılaşıyordu. göz kapaklarımın dibinde hissettiğim varlığı bu dünyanın diğer ucunda yer aldığından yabancılaşıyordu diğer ucundaki bana. gözlerimi yumar yummaz ağlamaya başlamıştım tüm bu ötekileşmeye. yarımyamalak kalışlara. kulağıma okuduğun sevgi sözlerinin silinip gidişine. ne vakit konulduğu bilinmeyen yıllanmış şarap gibi hayallerimin sönüp bir ufuğun ayırt edilemeyen çizgisine yerleşmesine. ne kötüsün gojo satoru, ne çekilmez dertsin, ne felaketsin şu göğsümde tuttuğum. ne kudretlisin, ne güçlüsün. ne çok biliyorsun karışmayı hayatın akışına. ne bildin bana ve benimlerime ilişkin de ne çok söylendin altını dolduramadığın, bilakis kürekle kazdığın o sevgi sözlerini? ve ben ucuz bir romanın sonunu yazıyorum her gece. misallerle eğerlerle yaşamaya çalışıyorum, ansızın çökerek yere. beklersem geri geldiğinde değişebileceğinin korkusunu bile benim kafama vura vura sokup gitmişken öylece. seni çok seviyorum, bir çocuk gibi. sana çok saygı duyuyorum, yarım kalmış bir sevgili gibi. seni çok bekliyorum, bir kusur gerçeği gibi. ne çok yakışır diye sayıklıyor içimden bir ses, yanına güzel bir kadın, benim sevaplarımın ve günahlarımın yanında.
ört her yerini uyurken.
banyodan çıktıktan sonra saçını iyi kurut.
parfümünü hiç değiştirme.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monolog Senaryo // satosugu
Fanfiction"satoru gojo. oyunculuğa genç yaşta başlamış bir nepo bebektir. babasının oyunculuğudan ötürü eğitilerek büyümüştür. bu ülkede işlek her caddenin göz alıcı, ziyadesiyle büyük reklam afişlerindeki isimdir. bileğinde değeri markasından büyük şatafatlı...