bölüm 16: varla yok arası verdiğin ödün

62 5 6
                                    

tokyo'dan ayrılmanın ikinci senesinin başı, bu sene sonu gösterime girecek olan uzun filmin senaryosunu yazan senarist shoko.

günlerdir kapı dışarı çıkmayan, çalışma odasındaki kağıt ve kitap dağınıklığında çalışan ve rahatsız edilmekten hiç hoşlanmayan shoko hanımın kapısının önünde bir saat önce sipariş verdiği bol şekerli ev yapımı latte ile bekliyordum. shoko'nun en korkunç anları umut duyduğu senaryosunu yazarken rahatsız edilmekti.

kapıyı korku dolu gözlerle tıklattığımda içeriden ses gelmedi. ses gelmeyince bir daha tıklattım. bir süre tekrar ses gelmedi. en son bir daha tıklatmak için elimi kaldırdığımda kapı açıldı ve çalışma odasındaki o buram buram sigara kokusu ve sözsüz melodik şarkının sakinleştirici tınısıyla doluşan manzara gözümün önüne serildi. saçları dağılmış, üzerine giydiği geceliğin kaç gündür gecelik olduğu belli olmayan kadın kapının iç tarafında durmuş, bayık gözlerle gözlerime bakıyordu.

"ne istiyorsun, ahmak herif?"

stresliydi ve zannımca senaryoyu yazarken takılı kalmıştı ki birkaç saat önce odasından gelen seslerin sonunda tıkalı kalmıştı. ağzındaki sigaranın külü yere düştüğünü görünce bekletmemek adına boğazımı temizledim.

"latten."

latteyi elimden alıp beni içeri aldı. odanın kasvetinden girer girmez bunalmış, boğazımı düğümlemişti. beni içeri aldıktan sonra kendi masasına tekrar oturmuş, bir ayağını sandalyenin üzerine koyup ben girmeden önce nasıl bir pozisyondaysa o pozisyona tekrar bürünmüştü.

"sakıncası yoksa çıkayım?"

rahatsız olduğumu epey belli edip konuştuğumda ağzındaki sigarayı küllüğe bastırmış, dağınık saçlarının arasından gözlerime kitlenmişti. ne zaman konuşacağını bilemediğimden gözlerimi kaçırmış, ellerimi tişörtüme silmiştim.

"bitti."

"nasıl bitti?"

şaşkınlığım odanın tüm kasveti altında ezildiğinden ne denli şaşkın olduğumu anlamamış olacak ki dümdüz cevap vermişti.

"bitti işte. yazdığım en iyi senaryo oldu. ondan sonra."

kastettiği "ondan sonra" filmini anlamış olsam da şu anki heyecanımı ve şaşkınlığımı gizleyemediğimden yanına hızlıca varıp çalıştığı büyük monitörlü ekranına baktım. gerçekten de ekranda son yazıyordu. bu denli kısa sürede nasıl başardığını anlamak için biraz okumaya koyuldum fakat bir şey anlayamıyordum ekrandaki diyaloglardan şimdilik.

"e, gidelim bir yerlere? kutlamaya?"

bunu ben teklif etmeden o ederdi genelde ama boş boş son yazan ekrana bakıyordu. başımı eğip yüzünü görmek istediğimle kalmış, konuşmaya başlamıştı.

"tabii, gidelim. kutlayalım. ama sana bir şey itiraf etmek istiyorum."

yazdığı metni kaydedip kaydettiği dosyanın ismine filmin adını yazdı, ingilizce olarak ve o yazdıkça dayandığım masadan kollarımı kaldırıp uzaklaştım ondan.

"yapma bunu bana shoko. yapma bunu bana."

"sana ne yapıyorum, suguru geto?"

"sen de biliyorsun ne yaptığını. bana ne yaptığını göremiyor musun?"

filmin ismi, "the man named his name", anlamı onun adına sahip / onun adında olan adam. shoko'nun ara sıra bahsettiği, konusunun imkansızdan da öte bir sevgiye sahip adamın sakin ve övgüsüz yaşamında anlamlandırmaya çalıştığı her ayrıntıda onu görmesinin üzerine ansızın tiyatro oyunu yazmaya başlamasından ibaretti. tiyatro yazarlığının en başından övgülere alışkın olmayan hayatından kopmasıyla başlayıp sekteye uğramadan şaşırtıcı ve şaşalı hayatına geçişi sırasında tanıdığı başka tiyatro oyuncusu bir adam için tüm oyunlarının öylesine provalarına katılmasıydı. bu muzdarip aşkından koparmaya çalışan başka bir adamın varlığıydı tüm konusu.

Monolog Senaryo // satosuguHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin