suguru'yu yatakta bırakıp telefonun yanına gelmiştim, telefonu parmaklarımın menili haliyle tuttuğum andan itibaren titreyen ekrana baktığımda, menajerimden 32 cevapsız arama gördüm. işlerin bu sefer ciddileştiğini, arsızlaştığını ve kayışın koptuğunu hissetsem de ses etmedim. ses edemedim. ekranı izlerken tekrardan arayan aynı numarayı çalar çalmaz açtım."evet?"
suguru'nun gözleri kapalı haliyle, çıplak vücudunun yarısının çarşafın dışarısında olmasına baktım, buradan bakınca gerçekten siyah çarşafların arasında tanışık bir hissiyat veriyordu. tüm çaresizliğimi bıraktığım, tüm gözyaşlarımı ve tüm öfkemi ve tüm kırgınlıklarımı bıraktığım o yatakta kaç sigara içtiğimi, kaç şişe alkol tükettiğimi, kaç gece uyuyamadığımı, kaç gece yorgunluktan ölmüş gibi uyuduğumu, kaç gece sabahladığımı, kaç gece aldığım soğuk algınlıkları yüzünden hastalıktan geberene kadar acı içinde kıvrandığımı, kaç kişiyi bilinçsizce becerdiğimi bilmeyerek yatıyordu. ve hayalini kurduğum o soğuk görünen ve soğuk hissiyatı olan bedeni hiçbir şey olmamış gibi orada öyle uzanmasıyla bundan böyle hiçbir şeyin önemi olmadığını düşündürüyordu.
"satoru bey... babanız sizi görmek istiyor."
yahut, bir şey önem arz ediyordu ve kör edecek güzelliğinde kaybolmuş bir çocuk gibi çırpınmaktan başka bir çarem yoktu onun uzun saçlarında sıkı sıkı tutunduğum ümitte. fakat ümitten kesilen heves kursakta ömür boyu kalakalırdı ve benim ümidim hevesim olmadan kursağımda kalmıştı.
duyduğum yanıtla telefonu kapattım. bir süre boşluğa odaklanarak yerimi bellerken şaşmam ayakta durmama engel oluyordu. telefonumu aynı yere koymamla elimle aynı yere dayanarak güç almam bir olmuştu. sırtımdaki baba pençesinin varlığı sızlıyordu amansızca ve zehirli bir biçimde.suguru'nun sırtımda ve kollarımın üstünde bıraktığı tırnak izlerinden kanamayıp o en içime yer edinmiş yaradan kanıyordum baktığım aynanın karşısında.
"ne oldu?"
ses öyle endişeli gelmişti ki kafamı döndürüp bakmayı şart bilmiştim. başını kaldırıp dağınık uzun saçları arasından konuşam adama baktım, tanışık his kaybolmuştu. yatak ve bulunduğum yer arasında çok uzun bir mesafe vardı. suguru çok büyüktü. yenemeyeceğim, sahiplenmeyeceğim bir güzelliği vardı. o benim yolumda değildi, o benim boyutumda bir adam değildi. o benimlerim değildi, olamazdı. telefonu açmadan önce hissettiğim hiçbir şey yoktu korkumun eşiğinde, bir yere kendimi konduramazken o eşikte. suguru ismini dahi unutturacak bir korku, korkunun ismini unutturacak bir babaydı tek düşünebildiğim. titrek nefeslerim görüşüme engel oluyor, düzene sokamıyordum halimi o an. en nihayetinde endişeyle bakan yüzüne odaklanıp sesimi düzelterek konuştum.
"menajerim yine bir şeyler geveledi ağzında, önemli bir şey değil."
o uzun yolu korkuyla, sırtımdaki kanayan yarayla aşıp yatağın kenarına oturdum. saçlarımı tutup arkaya doğru itelemek için bacaklarımın üstüne eğilerek dirseklerimi koyar bir pozisyona girdim. yapabileceklerimin en kısa ve yetersiz olduğu bir anda sırtımda hissettiğim ıslak öpücüklerle donakalmış bir vaziyette, konuşan sessiz tatlı sesi dinledim.
"korkuyor musun? senin için yapabileceğim bir şey var mı? ne kadar önemli olmadığını düşünsen de bu senin tırnaklarını kazıyarak geldiğin bir kariyer noktası. 'satoru gojo, babası da oyuncu olduğundan ötürü ünlü oldu' diyerek geldiğin bir nokta değil. bu filmin, tüm kariyerini domino taşı gibi tek tek yıkacağını bilmene rağmen kaale almadığını düşünmen de ayrı bir kördüğüm. satoru gojo, gerçeklik yüzüne gün gibi çarptı mı? ilk kendine eğilip büküldün mü?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monolog Senaryo // satosugu
Fanfic"satoru gojo. oyunculuğa genç yaşta başlamış bir nepo bebektir. babasının oyunculuğudan ötürü eğitilerek büyümüştür. bu ülkede işlek her caddenin göz alıcı, ziyadesiyle büyük reklam afişlerindeki isimdir. bileğinde değeri markasından büyük şatafatlı...