bölüm 6: dün sancı, şimdi kaygı, yarın satoru gojo.

143 18 5
                                    

bugünün eşzamanlılığı yarına hem olmaz ve olmayacak gerçeği, yüzüne çarptığım adamın tokatında bitmişti. bu gerçeği biri bana anlatsa anlamakta ve anlaşılmakta güçlük çekerdim. lüzumu olmadıkça olmaktan çekindiğim tüm zamanların silinmişliğiyle karşısına geçtiğim o insanı öbürleştirmeye başlamıştım esasen, ama yapamadığım her anda burkuluyordum iki büklüm. iki çift gözü görür müyüm dürtüsü evrilip benim göğsümde beylik tabancası gibi patladı, pekiştirmeye çalıştığım tüm o boşlukların eşiklerinde iki büklüm olmuş vaziyetimde asılı kalmış oldum. derin bakışların yerini kaçamak bakışlar aldıkça ezildim ezeli rakip bellediğim bu adamla tekrarlayan sahnemizin bilirliğinde.

kendimi bildim bileli sahnelerde yaşıyordum ama bu sahneler kimsenin hayranlıkla alkışladığı ya da hürmetle şapkalar çıkardığı sahneler olmuyordu. bir şeyin doğrusu hiçbir zaman yoktu benim oyunlarımda, ama en doğru her zaman gösterilendi, en doğrusunu göstermek amacımdı. bir erkeğin parmağının ucunda bitip teninin her zerresinde işlediğim her cümleyi ayrı ayrı seçip bundan gocunmuyordum fakat şu an olduğum durum öyle bir andı ki benim gözümün kamaştığı yerde gojo satoru'nun mavi gözleri beliriyordu.

[SAHNE ORTASI sahne 13 kayıt]

yapılan killerden oluşmuş vazoların, tabakların ve benzeri tüm çalışmaların tüm dükkanda hışımla parçalanıp yerlere saçıldığını o tozların arasında çıldıran ve bunu gayet içtenlikle yapan ince uzun, beyaz saçlı adam beliriyordu. üstünde giydiği koyu mavi tulumun pileleri varmış gibi tutup delirmekten harap olmuş adam, oluşturduğu dağınıklığın ortasında kapıdan yenice girecek olan bana bakıyordu.

konuştu sonrasında, kırılan sesi gözlerinin bulanmasında bitmişti.

"yüzsüz gibi geliyor musun gittiğinden yerden? beni onca sıkıntıya soktuktan sonra? beni onca şeyle gocundurduktan sonra. mahcup ettikten sonra, babamın ismini bana lekelettikten sonra? o kapının eşiğinde yüzün yokmuş gibi dikeliyor musun?"

durdu. kırılan tüm parçaların üzerine bakarak birkaç kez adımladı ve ağzımdan çıkan her kelimeyi bekledi. role öyle bürünmüştü ki derin bir nefes alıp yutkunmama sebep olmuştu.

"bana beni sevdiğini söyledin, ansızın. bir an bile düşünmeme izin vermeden. kaç günlüğüne gittim ki zaten en sonunda? üç gün? dört gün? geri gelmem de emeğinin üstüne bu şekilde gocunduruyor mu seni? bırakıp gidemedim ki geri geldim. delirdi diye adını çıkarmışlar sağda solda. seni kaçık bellemişler, herkesin çöp ağzında senin adın. değer miydi?"

"niye gittin, suguru?"

"gitmesem bizi yaşatırlar mıydı bu kasabada?"

"ismimi, sanımı biliyorsun suguru. telefonum, adresim açık sana. biliyorsun. biliyorsun. allah kahretsin biliyorsun, bir mesaj atıp döneceğini söylemen bile yeterdi. ben beklemekten hiç gocunmadım. hep seni beklerdim, hiçbir meziyet olmadan, hiçbir ses çıkarmadan."

"satoru gojo. bizi bu kasabada yaşatmazlardı. bizi bu kasabada yaşatmazlardı. işte o zaman babanın ismi de senin ismin de açık adresin de telefonun da bana olan sevgin de kirlenirdi o insanların çöp ağzında. gerçi çoktan başarmışsın. benim adını söylemeye kıyamadığım her an şu an her çöp ağızlının dedikodudan burkulmuş dillerinde."

"sevgim mi kirlenirdi? başkaların düşünceleri benim sana olan sevgimi kirletmekte yeterli gelir diye mi düşünüyorsun gerçekten?"

durdu satoru gojo.

eşikten beni dükkanın içine çekip o kırılan parçaların ortasında sendelememe sebep oldu.
gözleri günlerdir uyumamış gibi kararmıştı ve sesi hiç su içmemiş gibi kuruydu. kızarmış burnum kendi sıcak burnuna değiyordu. bu zamana kadar çekilmiş en tensel temaslı sahne burasıydı. gözlerini kapattı satoru gojo. o yutkundukça adem elması oynuyordu. sakinleştirmeye çalışıyordu kendini barizdir ki.

KESTİK [sahne 13 kayıt son]

"harikaydınız. hiçbir çekimin tekrarına lüzum yok. şimdilik dağılabilirsiniz, 2 saat sonrasına sonraki çekim için hazırlanın."

shoko'nun sesi döndürmüştü ikimizi de gerçekliğe. son bir kez bakış atıp çekilmişti önümden ve sanki daha önce hiç tanışıklığımız yokmuş gibi çekip gitmişti dükkandan. hiçbir şey demeden. o kırık parçaların üzerinde kalakalmıştım et kemik. basitçe.
bana kırılacakmışım gibi dokunmasında hiçbir mana aramamalıydım demek ki.
hiçbir hem de.
üzerimdeki fazlalığı almak için gelen çalışanlara izin verip sahne eleştirmesi yapan shoko'nun yanına ilerleyip sahneden oldukça memnun olmasını bariz bir şekilde görmek mutlu etmişti beni ama bir şey demeye gönlüm varmıyordu. bir sigara içmek istediğimi söyleyip dışarıya çıktım. havanın soğukluğu yaşadığım tüm burukluğa yardımcı olmuyordu. istenilmeyen tüm şartların altında isminin imzası olması kaldıramıyordu insan. park halindeki arabaların oraya adımladım. uzaklaşmak istediğimden insan kalabalığından. adımlarken satoru gojo'nun telaşla telefonla konuştuğunu ve konuşmasının çok da iyi gitmediğini gördüm. biraz daha ilerlemeyi düşünürken beni gördüğünde bir anlığına duraksayıp telefonunu hiçbir şey söylemeden kapattı. elimde tuttuğum sigara ve çakmakla duraksadım orada ve sigarayı yakarken gözlerimi kaçırmam onun önümde bitirmişti. kaşları çatık ve gözleri çetin bir şekilde.

"on üçüncü sahnede olduğumuzun farkındasın ve kısa film olacağının da. yalnızca yirmi sahne olduğunu biliyorsun."

"evet, satoru gojo." gözlerindeki çetinliğe bakarken sigaradan bir duman çektim.

"laubali tavırlarını bir kenara bırakıp öncesi gibi oynamaya başlarsan iyi edersin, yoksa-"

"yoksa mı? yoksası olabileceğini mi söyledin az önce sen, süperstar? tabii ya. tabii ya. tüm herkesi dizginleyip kendi oyunculuğunun aksesuarı yapabileceğini düşünüyorsun değil mi hala? yoksası da olur bu işin, çekip gitmesi de. tabii ya, satoru gojo. bu kasabanın değil, bu ülkenin, gerçekliğin parlayan biricik yıldızı."

sigaramdan bir duman daha alıp tam yanından geçerek adımlarken kolumdan tutup yine aynı durduğum yere çekti beni. tutuşunda hep ben kırılacak gibiydim. anlamı olmadan. anlamı olmaksızın. yüzüne bakmaya tenezzül kendimde bulamazken sigarayı daha fazla içemeden yere attım ve burnumu çekerek süperstarın vişne kokusuna daha fazla zarar vermeksizin adımladım bir geri ve döndüm gözlerine. gözlerine dönmemle konuştum hiçbir düşüncenin sözlerimin önüne geçmesine izin vermeden.

"bu davranışlarının sebebi o gün yaşadığımız o gafletse inan ki ben de istedim o an. senin hakkında konuşsam kim nasıl inanır bana? kendimi de seni de yakamam. bir daha tokat atamam mesela ya da bir daha seni aptal sebeplerden dolayı suçlayamam. bir şeyleri anlamışım ki konuşuyorum ya da rahatsızlık vermemeye çabalıyorum, işimi ve gücümü bir tek sana harcıyorum."

sessizleşti.

soğuk hava saçlarını yüzüne çarptırıyordu, sahneden kalan atmosferi çok da gitmiş değil gibiydi. aynı parlaklıkta ışıl ışıl  teni. köşesinden tutunup da yaşamaya çalıştığım bu şehrin her gecesinde her gündüzün de olduğu gibi. gözleri her posterdeki boş ve yapmacık bakan gözlerinden ziyade daha düşünceliydi, daha haddini bilmez, daha düzenbazdı. cüretkarlığı bakışlarının çetinliğinden mi diye hissediyordum bilemiyordum ama kollarında ne rolex saatlerinin limitli üretimlerinden ne de giydiği kıyafetler, isimlerini bile zar zor telaffuz edeceğim kıyafetlerindendi. orada öylece satoru gojo olduğu için parlıyordu.

"suguru geto. savaşım ne zaman biter benim?"

gözlerimi kısıp baktım. savaş mı?

"suguru geto. ismini söylerken sadece ismini kastettiğimde mi biter bu savaş?"

duruldum ama bu durulmak sadece karşısında dikelmekteki durulmak değildi. beynim düşünmeyi, gözüm görmeyi, kulağım duymayı durdurmuştu. ama bir şeyler daha dediğini duydum güçbela.

"yoksa... yoksa zamandan bağımsız geride bıraktıklarının sarmaladığı ismini unuttuğumda mı?"

Monolog Senaryo // satosuguHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin