merhabadanilo
alicanyol kenarındaki bir kafeden aldığım kahvemle stüdyoya giriş yapıyorum. ilk sıcaklığını atmış olduğu için dilimi yakmıyor, seri yudumlar alıyorum. çekimin yapıldığı alana geldiğimde yarışmacıların bir kısmının balkonda oturduğunu görüyorum. yirmi dakika sonra başlayacak çekimleri bekliyorlar. yanlarına gidip muhabbetlerine katılıyorum. yapacak başka işim yok.
"günaydın gençler." diye giriyorum lafıma. hepsi geri günaydınlarını gönderiyor bana. önünde durduğum barış otuz iki diş gülüyor suratıma bakıp. yüzü gülüyor ama gözlerinden uykusunu almamış olduğunu anlıyorum.
"uykunu alamamış gibisin barışcığım, hayırdır?"
mümkünmüş gibi daha çok sırıtıyor karşımdaki çocuk. ardından neden olduğunu anlamadığım bir gururlanmayla cevap veriyor soruma.
"akşam içelim dedik şefim. birazcık fazla kaçırmışız sanırım." diyor işaret ve baş parmağını birbirine yaklaştırıp. gülüyorum bu haline.
elimdeki kahveyi ona uzatıyorum. yarısı dolu. anlamamış bir şekilde alıyor elimdeki karton kutuyu. "kahve." diyorum. "iç, açılırsın."
ufak bir tereddütte kalsa da bir yudum alıyor kahvemden. geri uzatacak gibi oluyor. engelliyorum.
"yok bitir onu. gerçi sana bir kahve de yeter mi emin olamadım." gülerek bitiyorum cümlemi. o da aynı şekilde gülüyor bana. diğerleri de katılıyor gülüşümüze.
"sağ olun şefim. mükemmel bir insansınız."
yalakalığına gülüyorum bu kez. çoğu zaman komik buluyorum onu. elimi omzuna atıp hafifçe sıkıyorum tuttuğum yeri.
"bir dahakine hafta sonu içmeye çalış. mehmet şef fark ederse kötü olabilir."
yanına geldiğimden beri bozulmayan sırıtmasıyla cevap veriyor yine.
"aman şefim allah korusun."
gülüşlerimizin arasından alican'ı görüyorum. herkesten uzakta elinde telefonuyla oturuyor. dün potaya girmekten bir oyla kurtuluyor kendisi. anlık olarak gözleri barış'ın omzundaki elime gidiyor. birkaç saniye orada kalıyor. yüzünde herhangi bir ifade okuyamıyorum. sonrasında geri telefonuna çeviriyor gözlerini.
aralarında bulunduğum grup sohbetlerine devam ederken alican'ın yanına adımlıyorum. sesimi çıkarana kadar beni fark etmiyor.
"günaydın alico."
kafasını telefondan kaldırıyor ama telefonu ortadan kaldırmıyor.
"günaydın şef."
çehresini izlerken yorgun gözüktüğünü fark ediyorum. barışın aksine kısa süreli bir yorgunlukmuş gibi gözükmüyor. bir gün değil bir yıldır uyumuyormuş gibi geliyor bana.
"nasılsın bugün?"
alacağım cevabın yalan olacağını bilmeme rağmen soruyorum bu soruyu. o da düşünmeden cevaplıyor zaten.
"iyiyim şef, siz nasılsınız?"
iyiydim demek istiyorum. senin bu halini görene kadar iyiydim. yine de ona katılıyor, ben de yalan söylüyorum.
"iyiyim oldukça."
sevindiğini belirtircesine gülümsüyor. çok içten değil ama idare ediyor. konuşmanın burada bittiğini düşünüyor olacak ki yeniden telefonuna indiriyor gözlerini. haksız da sayılmıyor bir bakıma. ama ben burada bitmesini istemiyorum. oturuyorum ona çok da yakın sayılmayan bir yere. halbuki yanındaki sandalye boş. nedenini bilmiyorum. aklıma gelen ilk cümleyi sıralıyorum sonra.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
debolezza
Fanfictiondanilo, bu yeni alican'dan pek memnun değildi. bu hikayede geçen kişi ve olaylar gerçek değildir. tamamen hayal ürünüdür.