cinque

1K 81 105
                                    



merhaba yine, günün ikinci bölümü

danilo
alican



yatağın içinde yaklaşık iki saattir uzanıyorum. biraz rahatlamak için içtiğim iki kadeh şarap bana yardımcı olmuyor. uyuyamıyor, düşüncelerimin içinde boğuluyorum. alican'la aramı nasıl düzelteceğim? alican'a kendimi nasıl affettireceğim? alican'la eskisi gibi olabilir miyim? alican'la eskisi gibi olmam ona bir sorun yaratır mı? alican'ı neden bu kadar çok düşünüyorum?

son sorunun verdiği farkındalıkla doğruluyorum yataktan. sahi diyorum, yarışmadan herhangi biri o. onunla aramın iyi olup olmaması neden bu kadar umrumda? kendimi kandırmaya çalışıyorum sonrasında. yarışmadan kimle aram bozuk olsa aklıma takılırdı. sergen geliyor aklıma, vazgeçiyorum bu düşünceden. alican'dan hoşlanma ihtimalim beni yerle bir ediyor. hislerimi yanlış yorumladığımı düşünüyorum. daha doğrusu hislerimin üstüne düşünmeyi elimden geldiğince erteliyorum. alican'a zarar vermekten değil, duygularımdan kaçtığımı kendime yediremiyorum.

insanların danilo alican'ı kayırıyor demesi aslında hiçbir zaman büyük bir sorun oluşturmuyor. ben korkularıma kılıf uyduruyorum. ve şu an, kaçamayacağım kadar büyüdüklerinde, onların içinde boğuluyorum.

nefes almak için dışarı çıkıyorum. buradaki oksijeni beğenmiyorum. aldığım anahtarla arabama biniyor, dört yıl önce bir kez gitmeme rağmen aklımda kalan adrese sürüyorum. hâlâ orada olduğundan emin bile değilim. orada olmasını ummaktan başka çarem yok.

altımda bir siyah eşofman, üstümde bir beyaz tişört. saat 03.32. yaptığım hareketin saçmalığını içtiğim şaraba bağlıyorum. halbuki içeli dört saat oldu.

vardığım binanın önünde kaldığı kata bakıyorum. ışıkları yanmıyor. omuzlarım çöküyor, yukarı çıkmakla çıkmamak arasında gidip geliyorum.

kendimle cebelleştiğim on yedi dakikanın sonunda kapısının önünde buluyorum bedenimi. güçlükle üç kez tıklatıyorum kapısını. açılmıyor. açılsa ve başka biri çıkarsa karşıma ne diyeceğimi bile bilmiyorum. sonum karakolda bitebilir. fakat umurumda olmuyor olacak ki, iki kez daha tıklatıyorum kapıyı. beklediğim yirmi iki saniyenin sonunda üçüncüyü çalacağım sırada açılıyor kapı.

alican karşımda. bir gözü kısık, dudakları şişik. saçları karışık ve üstünde tişört yok. altındaki şorttan başka bir şey yok üzerinde. kapıyı çalanın ben olduğuma şükrediyorum. oysa tanrının varlığına bile inanmıyorum ben.

beni görünce kapalı olan gözü açılıyor. bu sefer şaşkınca bakıyor yüzüme. ne olduğunu anlamaya çalışıyor ve haklı da. kim bilir kaçıncı rüyasından uyandırıyorum onu. alkolü alan kişi ben olmama rağmen benden sersem karşımdaki çocuk.

"şef." diyor. boğuk sesiyle. bu sefer kask yok kafasında. "saat kaç?"

sorması gereken ilk sorunun bu olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. fakat alican zaten genelde düşündüğüm şeyleri yapan biri değil.

"dört olmuştur." diyorum gözlerinin içine bakarken. elini ağzına koyarak esniyor. ve ben bu görüntüyü bile tatlı bulduğum için kendimi öldürmek istiyorum.

"öyleyse burada ne işiniz var?"

burada ne işim var? bilmiyorum alican. bir anda burada buldum kendimi ama şu an sana daha iyi bir açıklama yapmam lazım.

"yanlış anlaşılmayı düzeltmek için geldim."

hâlâ uyku akan gözlerle "bu saatte mi?" diyor. "uyuyamadım." diyorum. beni sorgulamasan ve sadece konuşsak olmaz mı?

debolezzaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin