merhabadanilo
alicanevimden içeri girdiğimde saat on ikiyi geçeli biraz oluyor. hiçbir ışığı yakmadan salonuma ilerliyorum. cebimdekileri ortada duran sehpaya boşalttıktan sonra kendimi sağındaki antrasit renkli koltuğuma atıyorum. yorgun bedenim biraz olsun rahatlarken bir an için uyuyacak kıvama geliyorum. penceremden giren sokak ışığı salonumda loş bir ışık bırakıyor.
gözlerim orta sehpamın üzerinde duran, cemre'nin acil işi çıkması üzerine bana geri verdiği bilekliğe dalmışken düşünüyorum. neden bana, daha doğrusu bize yalan söyledi? beni reddettiğini kavrayabilmem için böyle bir yalan atması gerekli miydi? istemiyorum dese anlamayacak biri miydim ben? böyle oyunlara gerek var mıydı? bir de o gün boyunca beni kıskandırmaya çalışmıştı. canımı boş yere, bilerek yakmasına gerek var mıydı?
sorularımın cevabını kendim yaratamıyorum. uyumaya karar veriyorum ben de. telefonumu alıp odama ilerliyorum. duş bile almaya halim yok. sadece üstümü çıkarıyorum. dolabımdan siyah bir pijama takımı çıkarıp üstüme geçiriyorum. kendimi yatağıma atıp ince pikeyi üzerime alıyorum. rahat bir pozisyona geçtiğimde gözlerimi kapatıyorum.
fakat vücudum benimle dalga geçercesine uykuya dalmama izin vermiyor. çok değil iki dakika on üç saniye önce var olan uykum, yatağa girmemle kayboluyor. yine de biraz şans veriyorum kendime. bir sağıma dönüyorum, bir soluma dönüyorum. ama salonumun ortasında duran sikik bileklik uyumama izin vermiyor.
bir hışımla çıkıyorum yine yataktan. aklımdaki soruların cevabını almadan uyuyamayacağım belli ki. ben de cevaplarına doğru yola koyuluyorum. memnun olmayacağım cevaplar alacağımı bilmeme rağmen.
sehpadan aldığım bilekliği avucumda tutuyorum. pijamamın bir cebi yok. üstümü değişmeye de niyetli değilim. telefonumu ve anahtarımı da alıp çıkıyorum evden.
yirmi dakikalık yolun sonuna geldiğimde gözlerim ekrandan saate takılıyor. 03.17. yine diyorum, yine bu saatte getirttin buraya beni. baktığım telefonu yerinde bırakıyorum.
arabadan indiğimde, binerken fark etmediğim bir soğuk vücudumu ürpertiyor. eylül ayına girdiğimizi unutmuş olduğumu fark ediyorum. anahtarı içerisinde olması sebebiyle arabayı kilitleyemiyor, elimde sımsıkı tuttuğum bileklikle giriş yapıyorum binaya.
önümdeki asansörü es geçip merdivenlere yöneliyorum. ağır ağır onları çıkarken söyleyeceklerimi aklımda toparlıyorum. toparlamaya çalışıyorum. fakat beceremeden kapısının önünde buluyorum kendimi.
kendime düşünme payı vermeden çalıyorum kapısını. düşünürsem vazgeçeceğimden korkuyorum. yine ilk çalışımda açılmıyor. onu yeniden uykusundan uyandıracağımı fark ediyorum. fakat yine de çalıyorum ikinciyi. biraz sert bir şekilde.
usulca açılıyor kapı. alican karşımda, yine aynı şekilde duruyor. tek fark bu göz boynunu süsleyen ince bir gümüş parçası. ve öncekinin aksine bu sefer terli değil. gözlerim vücudundayken düşünüyorum, bu adam sürekli böyle çıplak mı geziyor evde diye.
ben bunları düşünürken o kapıya yaslanmış uyuklamaya devam ediyor. bu görüntüyle az kalsın soracaklarımı unutuyorum. yanaklarını öpmekten kızartasım geliyor. kafamı iki yana sallayarak bu düşüncelerimden kurtuluyorum.
"alican."
çıkan tok sesimle irkiliyor. başarabildiği kadar gözlerini açıyor. fakat bir tanesi geri kapanıyor.
"şefim." diyor uykulu sesiyle. yatağa girince kaçan uykumun geri geldiğini sanıyorum. "açılışınıza geldim ya?"
geçen sefer geliş sebebimin bu olması sebebiyle tekrar bu yüzden geldim sanıyor karşımdaki. uykusuzken kafası ayrı çalışmıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
debolezza
Fanfictiondanilo, bu yeni alican'dan pek memnun değildi. bu hikayede geçen kişi ve olaylar gerçek değildir. tamamen hayal ürünüdür.