BÖLÜM 11

9 1 0
                                    

Flory ve Elizabeth, pazar yolundan aşağı yürüyorlardı. Henüz sabahtı ama hava öyle sıcaktı ki sanki dalgalı bir denizde kulaç atıyor gibiydiler. Önlerinden sandallarını sürüye sürüye pazardan dönen Burmalılar geçiyordu. Parlak saçları güneşte alev alev yanan kızlar dörtlü-beşli gruplar halinde yan yana, kısa, hızlı adımlarıyla yürüyorlardı. Yolun kenarında, hapishaneye gelmeden hemen önce bir peepul ağacının güçlü kökleri taştan yapılmış eski bir pagodanın parçalarını kırmış, sağa sola saçmıştı. Taşlara oyulmuş kızgın şeytan yüzleri çimenlerin arasında düştükleri yerden yoldan geçenlere bakıyorlardı. Yakınlarda başka bir peepul ağacı bir palmiyeye sarılmış, on yıl süren bir güreş sonunda onu kökünden söküp yana devirmişti.

Yürümeyi sürdürüp hapishaneye ulaştılar. Burası kenarları iki yüz yarda uzunlukta, büyük, kare biçiminde bir yapıydı. Parlak çimento duvarları yaklaşık on metre yükseklikteydi. Hapishanedekilerin beslediği bir tavus kuşu parke taşın üzerinde güvercin gibi sıçrayarak yürüyordu. Yanlarından başları yere eğik, arkalarında toprak yüklü iki arabayı çekerek altı tutuklu geçti. Başlarında Hintli gardiyanlar vardı. Bunlar uzun ceza almış mahkûmlardı. Üzerlerinde kaba beyaz kumaştan yapılmış üniformalar vardı, tıraşlı başlarına küçük kepler takmışlardı. Yüzleri grileşmiş, yılgın ve tuhaf bir şekilde duygusuzdu. Ayaklarındaki demirler tangırdıyordu. Yanlarından başında bir sepet balık taşıyan bir kadın geçti. Tepede iki karga dönüp duruyor, balıklara dalış yapıyorlardı. Kadın onları uzakta tutmak için elini umursamaz bir şekilde havaya savuruyordu.

Biraz uzaktan uğultular duyuluyordu. "Pazar hemen köşeyi dönünce," dedi Flory. "Sanırım bu sabah yeni pazar kuruluyor. Bunu izlemek oldukça eğlencelidir."

Elizabeth'ten onunla birlikte pazara gelmesini istemiş, bunu görmenin onu eğlendireceğini söylemişti. Köşeyi döndüler. Pazar çok büyük bir sığır ahırına benzeyen yuvarlak bir yapıydı, alçak tavanının çoğunu palmiye yaprakları örtüyordu. İçeride bir yığın insan kaynıyor, bağırıyor ve itişip kakışıyordu; rengârenk giysileri öyle bir karmaşa yaratıyordu ki yüzlercesi, binlercesi bir kavanozdan taşıyormuş gibi görünüyordu. Pazarın ötesinde dev, çamurlu bir nehir akıyordu. Ağaç dalları ve uzun çamur yığınları saatte yedi millik bir hızla üzerinden geçiyordu. Kıyıda keskin, gaga gibi burunlarının üzerine gözler çizilmiş birkaç küçük yerli teknesi palamar sopalarının çevresinde suyun üzerinde inip çıkıyorlardı.

Flory ve Elizabeth bir an durup seyrettiler. Önlerinden başlarında sebze sepetleriyle kadınlar, gözlerini iri iri açarak Avrupalılara bakan küçük çocuklar geçti. Rengi gök mavisine dönmüş işçi tulumuyla yaşlı bir Çinli elinde bir domuzun tanınmaz duruma gelmiş, kanlı bağırsaklarıyla hızla yürüdü.

"Gelin gidelim de şu tezgâhlara biraz göz atalım, ne dersiniz?" dedi Flory.

"Bu kalabalığın arasına dalmak doğru olur mu? Her şey korkunç kirli görünüyor."

Elizabeth oldukça kuşkulu ve hatta isteksiz bir şekilde onun peşinden gitti. Niçin onu her zaman böyle yerlere getiriyordu? Niçin sürekli olarak onu yerlilerin arasına çekiyor, onlarla ilgilenmesi, onların pis, mide bulandırıcı alışkanlıklarını izlemesi için çabalayıp duruyordu? Bütün bunlar gözüne yanlış görünüyordu. Yine de niçin isteksiz olduğunu anlatmayı başaramadığı için peşinden gidiyordu. Onları boğucu bir hava karşıladı; buram buram sarımsak, kurutulmuş balık, ter, toz, anason, karanfil ve zerdeçal kokuyordu. Kalabalık onların çevresine doluştu. Puro kahverengisi yüzleriyle tıknaz köylüler, kır saçlarını arkadan toplamış çökük ihtiyarlar, çıplak bebeklerini kalçalarının yanına asmış genç anneler. Üzerine basılan Flo havladı, Beyaz bir kadına bakamayacak kadar kendi pazarlıklarına dalmış köylüler tezgâhların çevresinde itişip kakışırken güçlü omuzlar Elizabeth'e çarpıyordu.

Burma GünleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin