Flory kulübe geldiğinde Lackersteenleri her zamanki keyifsiz havalarında buldu. Mrs. Lackersteen hep yaptığı gibi punkah'ın altındaki en iyi yere oturmuş Burma Haberleri'ni okuyordu. Mr. Lackersteen kulübe gelir gelmez kendisine büyük bir kadeh getirterek ona kafa tuttuğu, üstelik bir de Pink'un okuyacak kadar ileri gittiği için kocasına kızgındı. Elizabeth boğucu, küçük kütüphanede yalnız başına oturmuş Blackwood''s 'un eski bir sayısının sayfalarını çeviriyordu.
Flory'den ayrıldıktan sonra Elizabeth'in başından hiç de hoş olmayan bir macera geçmişti. Banyodan çıkmış, akşam yemeği için giyinmesini yarı yarıya tamamlamışken birden amcası odasına girdi -o günkü avla ilgili bir şeyler dinlemek için geldiğini bahane etmişti-, sonra yanlış anlaşılması olanaksız bir biçimde bacaklarını mıncıklamaya başladı. Elizabeth dehşete kapılmıştı. Bazı insanların yeğenleriyle bile sevişebilecekleri gerçeğiyle ilk kez karşılaşıyordu. İnsan yaşadıkça öğrenir. Mr.
Lackersteen bunu bir şaka gibi gösterip geçiştirmeye çalışmıştı ama bunu başaramayacak kadar sakar ve çok sarhoştu. Karısının onları duyamayacak kadar uzakta olması iyi olmuştu, yoksa birinci sınıf bir skandal kopabilirdi.
Bundan sonra akşam yemeği çok huzursuz geçti. Mr. Lackersteen surat asıyordu. Şu kadınların böyle havalara girip biraz güzel zaman geçirmenize engel olmaları ne kadar berbat bir şeydi. Kız ona La Vie Parissienne'deki resimleri anımsatacak kadar güzeldi ve lanet olsun, evinde ona bakıyordu, öyle değil mi? Bu utanç verici bir şeydi. Ama Elizabeth için durum çok ciddiydi. Beş parası yoktu ve amcasının evinden başka gidecek bir yeri de yoktu. Burada kalmak için sekiz bin mil yol gelmişti. Daha on beş gün geçmeden amcasının evi onun için kalınamaz duruma gelirse bu çok korkunç olurdu.
Sonuç olarak bir konu kafasında iyice kesinleşti: Eğer Flory onunla evlenmek isterse (ve isteyeceğinden hiç kuşkusu yoktu) ona evet diyecekti. Başka bir zaman olsaydı belki daha farklı bir karar verebilirdi. O akşam, o muhteşem, heyecanlı, başından sonuna 'güzel' maceranın yarattığı büyünün etkisi altında Flory'yi sevmeye çok yaklaşmıştı; Flory'nin özel durumunda onu sevmeye bundan daha fazla yaklaşamazdı. Yine de bundan sonra bile kuşkuları geri dönebilirdi. Çünkü her zaman Flory'yle ilgili kuşkulu bir yan kalıyordu; yaşı, doğum lekesi, garip, sapık konuşmaları - aynı zamanda hem anlaşılmaz hem de rahatsız edici olabilen o 'aydınlara özgü' konuşmalar. Ondan doğrudan doğruya hoşlanmadığı günler bile olmuştu. Ama şimdi amcasının davranışı terazinin dengesini değiştiriyordu. Her ne olursa olsun amcasının evinden kaçması ve bunu bir an önce yapması gerekiyordu. Evet, Flory'nin yapacağı evlenme teklifini kesinlikle kabul edecekti!
Flory kütüphaneye girdiğinde kızın yanıtını yüzünden okuyabiliyordu. Onu ilk gördüğü sabah üzerinde olan leylak rengi elbisesini giymişti. Bu tanıdık giysiyi görmek Flory'ye cesaret verdi. Sanki kız bununla kendisine daha fazla yaklaşmış, zaman zaman onu ürküten yabancılığını ve zarafetini bir yana bırakmıştı.
Elizabeth'in okuduğu dergiyi aldı, bir-iki şey söyledi; bir an için o hiç kaçınamadıkları sıradan gevezeliklerden birine giriştiler. Konuşma alışkanlıklarının neredeyse her an kendilerini korumaları garip bir şey. Yine de konuşurlarken farkında olmadan kapıya yürüdüler ve kendilerini dışarıda, tenis kortunun yanındaki büyük frangipani ağacının altında buldular. Dolunay vardı. Akkor olmuş bir para gibi ışıklar saçan göz kamaştırıcı ay birkaç sarı bulutun dolaştığı dumanlı mavi gökyüzünde yüzer gibi hızla yükseliyordu. Yıldızlar görünmüyordu. Gündüzleri sararmış defnelere benzeyen biçimsiz kroton çalıları ay ışığında girintili çıkıntılı siyah beyaz desenleriyle ince işlemeli ağaç oymalara benzemişlerdi. Çitin arka tarafında yoldan aşağı yürüyen iki Dravidian kuli'nin yırtık pırtık beyaz giysileri ışıktan parlıyordu. Ilık havada frangipani ağaçlarından yükselen koku çaydanlıktan yükselen buhar gibi her yanı sarıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burma Günleri
General Fiction"Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere'nin memuru, Burmalı'nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Ya...