Flory ve Elizabeth'i taşıyan iki kano nakışa girip çıkan ince, kıvrık iğneler gibi Irrawaddy'nin doğu yakasından içerilere doğru giren ırmağın üzerinde ilerliyorlardı. Av gezisi günü gelmişti - kısa bir öğleden sonra gezisi olacaktı çünkü cangılda baş başa bir gece geçiremezlerdi. Akşamın göreli serinliğinde bir-iki saat avlanacak, sonra da yemek saatinde Kyauktada'ya dönmüş olacaklardı.
Ağaç gövdesinden oyulmuş kanolar koyu kahverengi sularda neredeyse hiçbir kıpırtı yaratmadan hızla süzülüyorlardı. Bol yapraklı, mavi çiçekli susümbülleri ırmağın üzerini öyle bir kaplamışlardı ki su bir metre genişliğinde kıvrımlı bir kurdele gibi görünüyordu. Ağaçların iç içe geçmiş dalları arasından yeşilimsi bir ışık süzülüyordu. Zaman zaman yukarıda papağanların bağrıştıkları duyulabiliyordu ama hızla yüzerek uzaklaşıp su-sümbüllerinin arasında kaybolan bir yılan dışında tek bir yabanı yaratık kendini göstermedi.
"Köye gelmemize ne kadar var?" diye seslendi Elizabeth arkadan gelen Flory'ye. Arkadaki kano daha büyüktü, Flo ve Ko S'la'dan başka bir de kürek çeken paçavralar giymiş, buruşuk bir ihtiyar kadın vardı.
"Ne kadar kaldı nine?" diye sordu Flory.
Yaşlı kadın ağzındaki sigarayı çıkardı, düşünmek için küreği dizinin üzerine koydu. "Seslenemeyecek kadar uzak," dedi bir süre düşündükten sonra.
"Yaklaşık yarım mil," diye çevirdi Flory.
İki mil yol gelmişlerdi. Elizabeth'in sırtı ağrıyordu. Dikkatsiz bir hareketle kanolar devrilebileceğinden dar, arkalıksız taburede dimdik oturmak, ayakları kayığın dibinde toplanan suyun içinde sağa sola savrulan ölü karideslerden uzak tutmak için yukarı kaldırmak gerekiyordu. Elizabeth'in kürekçisi altmış yaşında, yarı çıplak, kuru yaprak rengi ve genç bir delikanlı kadar kusursuz vücutlu bir Burmalıydı. Yıpranmış yüzü yumuşak ve neşeliydi. Burmalıların çoğununkinden daha güzel görünen siyah bulut gibi saçları gevşek bir şekilde toplanmıştı, bir-iki tutam saç yanaklarına düşüyordu. Elizabeth'in dizlerinin üzerinde amcasının tüfeği vardı. Flory tüfeği almayı teklif etmiş ama o bunu reddetmişti: Aslında tüfek ona öyle hoş bir duygu veriyordu ki, elinden bırakmayı canı istememişti. Kalın bir etek, sağlam ayakkabılar ve erkeklerin giydiği türden ipek bir gömlek giymişti. Başındaki Terai şapkasıyla giydiklerinin ona çok yakıştığının farkındaydı. Ağrıyan sırtına, yüzünü gıdıklayan sıcak ter damlalarına, ayak bileklerinin çevresinde vızıldayan kocaman, benekli sivrisineklere rağmen çok mutluydu.
Irmak daraldı, su sümbülleri yerlerini parlak, çikolata gibi bir çamurla kaplanmış dik kıyılara bıraktı. İlerde ırmak boyunca yamru yumru saz kulübeler uzanıyordu. Çıplak bir çocuk kulübelerden ikisinin arasında durmuş bir ipe bağladığı iri, yeşil bir böceği uçurtma gibi uçuruyordu. Avrupalıları görünce bağırmaya başlamasıyla bir anda ortalıkta çok sayıda çocuk belirdi. Yaşlı Burmalı kanoyu çamurlara yatırılmış palmiye gövdesinden yapılmış bir mendireğin arkasına soktu. Her yeri midyelerle kaplı olduğu için sağlam basılabilen palmiyenin üzerine sıçrayıp Elizabeth'in inmesine yardım etti. Ötekiler torbaları ve fişeklikleriyle peşlerinden gittiler. Flo böyle zamanlarda hep yaptığı gibi çamura düşüp omuzlarına kadar gömüldü. Mor bir paso giymiş sıska, yanağındaki çıbandan upuzun kırlaşmış tüyler fışkıran yaşlı bir beyefendi eğilip selam vererek yanlarına geldi, mendireğin çevresinde toplaşan çocukların kafalarına birkaç tokat attı.
"Köyün muhtarı," dedi Flory.
Yaşlı adam önlerine geçip onları evine götürdü. Tepetaklak bir L harfi gibi tuhaf, kambur bir yürüyüşü vardı. Romatizmalarının ve küçük bir hükümet görevlisi olduğu için sürekli eğilip selam vermek zorunda olmasının sonucuydu bu. Çocuklardan oluşan bir kalabalık Avrupalıların peşinde koşturuyordu. Onlara giderek daha çok sayıda köpek katıldı. Sürekli havlıyorlardı. Flo sahibinin ayaklarının dibinden ayrılmıyordu şimdi. Her kulübenin kapısında ağızları açık 'Ingaleikma'ya bakan ay yüzlü köylüler yığılmıştı. Geniş yaprakların gölgesindeki köy biraz karanlıktı. Yağmurlarda ırmak taşar, köyün alçak bölümlerini pis, tahtadan yapılmış bir Venedik'e çevirirdi. Burada yaşayan köylüler kanolarına binerek kapılarından dışarı çıkarlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burma Günleri
Ficción General"Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere'nin memuru, Burmalı'nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Ya...